Bağımsız Türkiye İçin!
Türkiye, dış politikada bir yol ayrımında…
Amerika kendisine sadakatin yinelenmesini istiyor.
S-400’lerin alımından vazgeçmiş ya da alıp hangara sokmuş, İran’a karşı aynı kulvarda yer alan, Suriye/Irak/Doğu Akdeniz’de Amerika ile uzlaşı içerisinde olan, Filistin sorununa söylem desteğinin dışında burnunu sokmayan bir Türkiye talebi var.
Türkiye’nin 15 Temmuz 2016 sonrası değişime uğrayan dış politika yönelimi Amerika’yı endişelendiriyor. Amerika, zaman zaman sorunlar yaşasa da; 70 yıldır hep yanında görmeye alıştığı, NATO üyesi ve jeopolitik önemi kritik bir müttefikini kaybetmemenin hesabını yapıyor. Bu amaçla bir yandan sırtımızı sıvazlarken; bir yandan da aba altından sopa gösteriyor.
Amerika’nın farklı sopaları var… En etkili sopa olarak ekonomik yaptırımları kullanıyor. İstihbarat gücü ve yerli işbirlikçiler vasıtasıyla iç karışıklık çıkartarak darbe tezgahlama ile askeri gücünü kullanarak direkt müdahale diğer sopalar olarak önümüze çıkıyor.
Amerikan ekonomisi yaklaşık olarak dünya ekonomisinin %22’sine tekabül ediyor. Böylesine büyük bir ekonomik gücün liberal ekonomiye teslim olmuş bir dünyada diğer ekonomileri kilitleme ya da en azından zora sokma kabiliyetine sahip olduğu açıktır.
Türkiye 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte liberal ekonomi ile tanıştı. Uluslararası finans kartellerinden alınan dış borç ve bankalara/borsaya tefecilik amacı ile giren sıcak para üzerinden halkımızın cepleri şişirildi. Gelen paranın çok azı üretime dönüşürken, büyük çoğunluğu altyapı harcamalarına ve konformizmi körüklemeye yönlendirildi.
Bize ait olmayan para ile tüketim girdabına sokulduk. Tüketim üzerinden büyümeyi marifet saydık.
Emek vermeden para kazanmayı, yani faizi meşrulaştırdık. Her işimizi kredi ile görür olduk.
Her kriz bizi biraz daha küresel sermayeye bağımlı hale getirdi. Uluslararası şirketlerin cenneti pozisyonuna geldik.
Ak Parti döneminde de aynı ekonomik anlayış devam etti. Farklı olarak devlete ait kuruluşların özelleştirilmesine şahit olduk.
Verimsiz devlet kuruluşları çoğu kez arsa parasına elden çıkarılırken, altın yumurtlayan stratejik kuruluşlar da para açığını kapatmak adına cazip fiyatlarla satıldılar.
Bugün geldiğimiz nokta, hormonlu büyüyen ekonomimizin duvara çarptığı gerçeğidir.
Kendi öz sermayesi olmayan ya da çok kısıtlı olan, sürekli kredi ile ayakta duran, lüks Mercedes arabası ve deniz kenarındaki yalısı ile caka satmaktan geri kalmayan tüccara benziyor Türkiye ekonomisi…
Sıcak para girişi durduğunda apışıp kalan, merkez bankası rezervleri yetersiz, kırılgan bir ekonomi…
Türkiye’yi liberal ekonomi cenneti kılarak kurtaracağını zanneden, bu yolda tarım ve hayvancılığı batıran, sanayide de ileri teknoloji hamlesini yapamadığı için yerinde saymaya mahkum olan anlayışın hazin durumu ile yüzleşiyoruz.
Amerika böylesine kırılgan bir ekonomiyi uluslararası para spekülatörlerini de kullanarak iyice köşeye sıkıştırıp Türkiye’yi teslim almaya çalışıyor. Son koz olarak da yaptırımları devreye sokmayı planlıyor.
Görsel ve yazılı medyamızda Türkiye’nin Amerikasız yapamayacağının çığırtkanlığını yapan akademisyen/entelektüel/gazeteci önemli bir güruhun varlığı hepimizin malumu…
Bir de TÜSİAD’ın başını çektiği iş adamları grubu var. Uluslararası sermayenin Türkiye ayağını temsil eden bu grup Amerika ağzıyla konuşmayı çok seviyor. Söylem ve eylemlerinin arka planında gaflet mi yoksa ihanet mi var sorusunun cevabını vermek zor görünüyor.
Söz konusu kesimler Türkiye’nin S-400 alımı ve İran konusunda Amerika’nın taleplerini yerine getirmesi gerektiğini, aksi takdirde büyük bir ekonomik krizin kapıda olduğunu her fırsatta dile getiriyor, yazıyor, çiziyor.
Amerika’nın bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu kabul edeceksin, ancak yine de adaletin değil gücün yanında yer almayı kendine yedireceksin. Bu bir hastalıktır ve adı da ‘şeytanlaşma’ sendromu olarak konulabilir.
Bağımsız bir Türkiye istiyorsak en kötü senaryoya hazır olmalıyız. Sonuçları ne olursa olsun hiçbir şey bağımsızlıktan daha değerli değildir.
Önemli görev hükümete düşüyor. Hükümetin günahlarıyla ilgili nasuh bir tövbeye ihtiyacı var. Ekonomik ve kültürel olarak niçin bağımsız olamadık sorusu doğru ve ayrıntılı cevap bekliyor. ’Yerli ve milli’ olmaktan söz edenlerin kapitalizmin ekonomik ve kültürel kuşatmasına karşı zihinsel ve pratiksel teslimiyetlerini ibretle izledik, izlemeye devam ediyoruz.
Diğer önemli bir konu da ülkemizdeki sosyal bütünlük/sosyal barış meselesidir. Kutuplaşmanın zirve yaptığı bir toplumu bağımsızlık için bedel ödemeye nasıl razı edeceksiniz?
Siyasi bağımsızlığın ekonomik ve kültürel bağımsızlıktan geçtiğini, toplumsal bütünlüğün hayati önem taşıdığını anlamak için Türkiye siyaset aklının daha ne kadar pişmesi gerekiyor?
Bu ülkenin yurttaşları arasındaki buzların eridiği, ayrışmanın yerini bütünleşmeye bıraktığı, adil ekonomik düzenin inşa edildiği, batı kültürüne özentinin terk edildiği bir atmosferde ‘Bağımsız Türkiye’ idealinden söz edebiliriz.
Gün, Amerika’ya karşı bağımsızlık için direnme günüdür.
S 400 ve İran konusu başta olmak üzere tüm siyasi ve askeri sorunlarda teslimiyeti reddetmeliyiz.
Liberal ekonomi ve batı kültürüyle ciddi manada hesaplaşmalıyız.
Hem ülkemizde hem de bölgemizde bütünleşmeyi şiar edinmeliyiz.
İslam coğrafyasında kurulacak anti-emperyalist ittifakların öncüsü olmalıyız.
Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan kritik süreçlerin ilacının direniş olduğunun bilincine varan tüm mustazaflara selam olsun! (İslamianaliz)