Yeni Osmanlı tezi ve İslamcıların sağcılığa evrilmesi
Türkiye 2010 sonrası dış politika hatalarının faturasını ödemeye devam ediyor.
Teorik çerçevesini Ahmet Davutoğlu ve ekibinin belirlediği "Yeni Osmanlı" tezi, bugün yaşadığımız kaosun temel nedenidir.
"Yeni Osmanlı" tezinin oturduğu düşünsel zemin "Türk-İslam sentezi" dir.
Davutoğlu; Türklerin İslam coğrafyasını siyaseten kontrol ettiği, diğer bir deyişle bu coğrafyanın abiliğine soyunduğu bir anlayışı hayata geçirmeyi hedefledi.
70'li yıllarda Aykut Edibali'nin başını çektiği "Yeniden Milli Mücadele" Hareketi'nin tezleri ile Davutoğlu'nun tezleri arasındaki uyum dikkat çekecek cinsten... Milli Mücadele Hareketi'nin meşhur sloganı da "Milliyetçi Müslüman Türkiye" idi.
Davutoğlu'nun 70'li yıllarda hangi fraksiyonda yer aldığını bilmiyorum. Ancak günümüz İslamcılarının büyük kısmının "Yeni Osmanlı" tezine bu denli yapışmaları, söz konusu kardeşlerimizin İslamcılıklarının kavmi ve mezhebi taassuba olan mesafesinin işaretlerini veriyor. Daha doğrusu tevhidi bakış açısının nasıl sentezci bir çizgiye savrulduğuna şahit oluyoruz. Ya da İslamcı olarak bilinen bazı öncü zevatın aslında 70'li yılların Yeniden Milli Mücadele çizgisini tekrar tedavüle sokma gayreti içinde olduklarını fark ediyoruz.
Yeni Osmanlıcılık Türkiye İslamcılığının sağcılığa evrilmesinin adıdır. İslamcılığın emperyalizm, mezhep, etnisite gibi kavramları ele alış biçiminin bu dönemde ciddi manada revize edildiğini görüyoruz.
2010'lu yıllara kadar Amerikan emperyalizmi/NATO aleyhine eylemler yapan, hatta bu eylemleri yer yer sol ile birlikte gerçekleştiren İslamcı cenapta bu tarihten itibaren müthiş bir değişim gözledik.
Onlara göre asıl tehlike Amerikan emperyalizmi değildi artık... O ana kadar Ortadoğu'daki direnişin öncülüğünü yaptığına iman ettikleri İran bir numaralı tehlike olarak ilan edildi.
Ümmet ve insanlık bağlamında ele alınan ve tüm dünya mazlumları/mağdurlarının safında yer almaya tekabül eden anti-emperyalist refleks ulusalcı reflekse dönüştü.
Başkenti İstanbul olan, Türkiye tarafından kontrol edilen ve Sünni İslam'ın merkezinde olduğu yeni bir Osmanlı hinterlandı oluşturulması hedeflendi ve bu hedefe engel olabilecek her güç şeytanlaştırıldı ve hain olarak nitelendirildi.
Arap Baharı'nın başından beri Türkiye İslamcılarının büyük kısmının reflekslerini yukarıda izaha çalıştığımız mantık belirledi. Yeni Osmanlı büyüsünün zirve yaptığı alan ise Suriye oldu.
Suriye krizi tam bir kırılma noktası idi. Suriye'de iç savaşı tetikleyen ana unsurun Amerika olduğu ve Türkiye'nin de alet edildiği bilinmesine rağmen, rejime karşı savaşan unsurların içerisinde kısmen İslamcıların bulunması üzerinden mücadeleye cihad kisvesi giydirildi. Rejimi değiştirmek için yeterli muhalefet üretilemeyince, Amerika ve Suud öncülüğünde dünyanın dört bir tarafından tekfirci militanlar Suriye'ye yönlendirildi. Türkiye bu sürece lojistik, eğitim ve istihbarat desteği verdi.
Türkiye İslamcıları bu süreçte önce Amerika ve Suud ile ilgili tezlerini revize ettiler. Sonra da Suriye'ye müdahaleyi kırmızı çizgi olarak nitelendiren İran ile ilgili duruşlarını 180 derece değiştirdiler.
1979 İslam İnkılabı'ndan beri sürekli baskı altında tutulan, ambargoya maruz kalan ve dünya sisteminden dışlanan İran'ın İslam coğrafyasında direnişin öncülüğünü yaptığı ve özellikle Filistin mücadelesinin kilit aktörü olduğu bir anda unutularak, Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail rekabetini günümüze taşıyacak ölçüde bir politika ile şeytanlaştırıldığına tanık olduk.
İran, devrimden itibaren Müslüman halklar nezdinde ciddi bir itibar kazanmıştı. Bu itibar sadece Şii nüfusun yaşadığı bölgeleri değil, Sünni nüfusun yaşadığı bölgeleri de kapsıyordu. Doğal olarak Şiiler üzerindeki etkisi daha fazla idi.
İran'ın politik çizgisi "panİslamizm" üzerine oturur. Mezhebin Şii olması nedeniyle bu çizgide elbette Şii karakter hissedilir. Ancak bu gerçeğin bir mezhepçi duruşa tekabül ettiğini söyleyemeyiz. İran'ın Bosna'da, Cezayir'de, Filistin'de, Sudan'da ortaya koyduğu pratikler bu savımızın kanıtlarıdır.
Rahmetli Erbakan Hoca da Panislamist çizgisi nedeniyle, İran İslam İnkılabı ile ilişkilere büyük önem vermiştir. Erbakan Hoca sürekli vahdet vurgusu yaparak mezhepler üstü bir İslam birliği hedefini önümüze koymuştur. Öncülüğünü yaptığı D8 projesinin en önemli destekçisi İran idi. Erbakan Hoca'nın İran'ın mezhepçi politika yürüttüğüne dair tek bir mesajı mevcut değildir.
"2010 sonrası ülkemizdeki dış politika yapıcılarının ve onların güdümüne giren İslamcıların, İran'ı birdenbire şeytanlaştırma çabalarının altında yatan gerçek ne idi?" sorusunun cevabı Yeni Osmanlı tezinin içindedir. Yeni Osmanlıcılar tüm İslam coğrafyasına dönük bir etki alanı oluştururken önlerine bu coğrafyada 30 yılı aşkındır mücadele veren İran engeli çıkmıştır. İran'ı müttefik olarak değil, engel olarak gören bir zihniyetten bahsediyoruz. Bu engeli aşabilmek adına İran; ümmet nezdinde, özellikle de Sünniler nezdinde şeytanlaştırılmıştır.
Davutoğlu'nun başını çektiği kadro "Yeni Osmanlı" tezi üzerinden başta ülkemiz olmak üzere coğrafyamızdaki taşları yanlış bir şekilde yerinden oynatmıştır. Şu andaki mevcut iktidar bu taşları tekrar yerine oturtmak telaşı içindedir.
Ak Parti iktidarı inişli çıkışlı politikaları bir kenara bırakarak, cesur bir şekilde bu tezi tarihin çöplüğüne attığını ilan etmeli ve bunun gereğini yapmalıdır.
Türkiye İslam coğrafyasının abiliği havasından acilen kurtulmalı, çözümün başta İran olmak üzere İslam ülkeleri ile kurulacak ittifaklarda olduğunu fark etmelidir. Stratejik derinlik tam da budur. (İslami Analiz)