Mustafa Yeneroğlu’nun AKP’den istifasının anlamı
İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, beklendiği gibi AKP’den istifa etti. Özellikle adalet kavramı ekseninde kendi partisinin iktidarını sistemli bir şekilde eleştiren Yeneroğlu’nun macerası aslında bir hareketin öyküsü.
"İslamî hareketin yükselişi döneminde gördüğümüz; 80 ortalarından itibaren, 90 başlarında, hatta 90 ortalarına kadar aklı selim, herkesle her şey tartışmaya açık, çoğulcu perspektifi önemseyen, demokrasi kavramını beşeri ideoloji diye damgalama kolaycılığına kaçmayan kişilerin alabildiğine kendilerini geri plana ittiklerini ya da iktidara iyice bağlı olup, geçmişlerinin tamamen üstlerini sildiklerini görüyoruz." (Ruşen Çakır)
Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili ve aynı zamanda MKYK üyesi Mustafa Yeneroğlu’nun partisinden istifasını değerlendirmek istiyorum. Çünkü bu aslında bir kişinin öyküsü olmanın ötesinde bir hareketin öyküsü. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, AKP’nin ya da AK Parti’nin –nasıl söylemeyi tercih ediyorsanız– öyküsü ve aslında hiç de şaşırtıcı olmayan bir öykü. Zaten bir süredir birçok kişi –kendisi de dahil herhalde– işin bu noktaya varacağını biliyordu. İlginç bir deneyimdi aslında. O kadar Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili içerisinde sadece bir kişi istikrarlı bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adındaki özellikle adalet kavramı üzerinden çok ciddi açıklamalar yapıyordu, pozisyonlar alıyordu. Ve gerektiğinde –ki hemen hemen her konuda gerekiyordu– siyasî iktidarı eleştiriyordu. Bunları yaparken tabii olabildiğince ölçülü davranmaya çalışıyordu, ama biliyoruz, malûm, Erdoğan artık hiçbir eleştiriyi, hele içeriden gelecek eleştiriyi kabullenen birisi olmadığı için, Mustafa Yeneroğlu’nun bu serüveni de çok uzun sürmedi. Belli bir noktadan sonra kendisi istifa etmek durumunda kaldı. İstifasının istendiği anlaşılıyor, ama anladığım kadarıyla kendisi de artık önünde istifadan başka bir seçenek kalmadığını görmüş durumda. En önemli husus tabii ki onun parti politikaları dışında ve parti politikalarını eleştiren açıklamalarını kamuoyu nezdinde yapmasıydı. Sosyal medyadan yapıyordu ve bazen bazı yerlere de açıklamalar, söyleşiler veriyordu. Biz de kendisini davet etmiştik. Beraber yayın yapacaktık. Ama bir şekilde gerçekleşmedi –teknik nedenlerle diyelim, ondan kaynaklanan sorunlar nedeniyle–, ama herhalde önümüzdeki günlerde o da artık rahatlamış olduğu için böyle bir şeyi bu stüdyoda yaparız diye düşünüyorum.
Bu neden bir kişinin öyküsü değil de bir hareketin öyküsü? Çünkü Mustafa Yeneroğlu’nun bugün söylediği şeyler Adalet ve Kalkınma Partisi’nin –buna Erdoğan da dahil– önde gelen isimlerinin ilk andan itibaren, ilk yıllardan beri hep söyleyegeldiği şeylerdi. Dolayısıyla o bir anlamda AKP’nin hani, öz AKP’yi diyelim, onu dillendiren birisiydi. Ve bir anlamda onun tarihini ve vicdanını seslendiriyordu. Ama şu anda tarihinden kopmuş ve vicdan kavramını çok da fazla önemsemeyen bir siyasî iktidar olduğu için de onun ömrü çok uzun süreli olmadı.
Kendisi Almanya’da büyümüş, orada hukuk okumuş ve Milli Görüş teşkilatlarından yetişmiş, Avrupa Milli Görüş teşkilatından yetişmiş bir isim. Milli Görüş’ün Almanya’daki ikinci kuşak isimlerinden birisi. Kendisiyle hiç karşılaşmadığımızı sanıyordum, telefonla sadece konuşmuşluğumuz var diye düşünüyordum. Ama kendisi söyledi ki yıllar önce ben bir gazeteci olarak –Milliyet gazetesinde çalışıyordum bu tarihlerde yanılmıyorsam–, Milli Görüş teşkilatına gittiğim zaman, onların Dortmund’da bir faaliyeti vardı, galiba stadyumdaydı faaliyet, onları izlemeye gittiğimde tanışmışız. O zaman kendisi 16 yaşında bir lise öğrencisiymiş. Ama çekirdekten Milli Görüşçü birisi. Tabii orada ilginç bir husus var. Mustafa Yeneroğlu gibi Milli Görüş teşkilatının içerisinden Avrupa’da bir taraftan çok bildiğimiz, Türkiye tipi İslamcı denebilecek, daha geleneksel, “Selametçi” diye tanımlanan, MSP’li ya da Erbakancı diye tanımlanabilecek isimler çıktı. Bir de sayıları belki o kadar fazla değil ama, etkileri çok olan Yeneroğlu gibi Batı’da, Batı eğitim kurumlarında eğitim görmüş, onun birtakım evrensel değerlerini içselleştirmiş, ama kendi İslamî kimliklerinden de taviz vermeyen bir kuşak yetişti. Mustafa Yeneroğlu o kuşağın öne çıkan isimlerinden birisiydi. Bir dönem Milli Görüş’te Avrupa’da yöneticilik pozisyonuna da gelmiş birisi. Dolayısıyla yaptığı açıklamada da onu görüyoruz, istifasını yaptığı açıklamada da, aldığı değerler yani onun evrensel birtakım değerlerle, adalet merkezli değerlerle İslamî terbiyesi ya da eğitimi ya da inancı, bunları harmanladığı bir duruşu var. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin baştaki iddiası da böyle bir iddiaydı. Uzun bir süre bununla bayağı bir yol aldı ve kendinden olmayan kesimlerin de belli ölçülerde kredisini elde edebilmişti.
Ama bir tarihten itibaren, Erdoğan’ın iktidarı tekeline aldığı andan itibaren bundan adım adım uzaklaştığını görüyoruz. Ve şu anda Erdoğan’ın duruşu klasik milliyetçi sağ partilerin, sağ liderlerin duruşlarından çok da farklı değil. Hatta adım adım daha militer bir dile sahip olduğunu görüyoruz. Bunun en son örneği 29 Ekim resepsiyonunda bağlantı yaptığı askerlerdi —değişik yerlerde. Bugün Ertuğrul Özkök de bunu büyük bir gururla, hiç şaşırtmayan, şaşırtmayacak ölçüde büyük bir gururla bahsediyor. Orada da görüyoruz ki tam klasik sağ politikacıların tıkandığı yerde, militarizme, askerliğe başvuran bir Erdoğan’la karşı karşıyayız. Halbuki bu hareket bir anlamda Türkiye’deki askerî vesayete karşı sivilleşmeyi öne çıkarttığı varsayılan bir hareketti. Ama şimdi, askeri kendi denetimine aldığı andan itibaren, onu bir anlamda kendi siyasî krizini örtmede bir kaldıraç gibi kullanan bir Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan var. Dolayısıyla burada Mustafa Yeneroğlu gibilere yer yok. Bunun yerine kimler geliyor? Çok sayıda, Türkiye sağının değişik yerlerinde, milliyetçi sağın değişik yerlerinde değişik zamanlarda yer bulmuş ve sonradan evsiz yurtsuz kalmış bazı isimler, bir de farklı farklı kesimlerden bir dikiş tutturamamış, kendi ayakları üzerinde durma imkânını büyük ölçüde yitirmiş devşirmeler. Dolayısıyla Türkiye’deki İslamî hareketin kendi içerisinden çıkarttığı organik isimlerin o duruşlarıyla, o geçmişleriyle bu hareketin içerisinde var kalmalarının imkânı yok artık. Bunun son örneği Mustafa Yeneroğlu.
Burada tabii şöyle bir soru var ilk akla gelen: İki tane parti söz konusu; birisi Ali Babacan’ın, birisi de Ahmet Davutoğlu’nun. “Yeneroğlu onlardan herhangi birisiyle mi hareket ediyor, ya da hareket edecek?” diye. Bu aslında ilginç bir durum. Çünkü izleyenler hatırlayacaktır, bir yayında Babacan ve Davutoğlu’nun dışında özellikle İslamî bir hassasiyete sahip olan, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde gidişattan rahatsız olan üçüncü bir kesimin de olduğunu söylemiştim. Kimileri bunu benim bir temennim olarak damgalamak istemişti. Ama işte görüldüğü gibi Mustafa Yeneroğlu bu isimlerden birisiydi. Bunlardan sözünü esirgemeyenlerden birisiydi. Ama onun gibi başka isimler var. Değişik dönemlerde, özellikle Pelikancıların hamlelerine karşı yeter artık diye ses çıkartan ya da çıkartmak isteyen isimleri de bu çerçevede görebiliriz. Dolayısıyla Yeneroğlu’nun istifası Babacan ya da Davutoğlu’na yönelik bir kopuşu değil, ama onlardan bağımsız bir şekilde “Artık burası bizim yerimiz, evimiz değil” duygusunu onlardan bağımsız olarak hisseden birtakım kişilerin de olabileceğinin işaretini bize veriyor. Bunlar yeni bir parti mi kurar ya da var olan arayışlardan herhangi birine mi yönelir? Veya tamamen siyasetten uzak kendi köşesine çekilir. Böyle bir ihtimal de var. Hiç yabana atılmaması lâzım.
Bir gazeteci olarak Türkiye’deki İslamî hareket içerisinde değişik dönemlerde yer almış, özellikle düşünce üretimi anlamında önemli pozisyonlarda bulunmuş bazı kişilerin bir süredir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına tepki olarak kendi yalnızlıklarını, yani yurdun içerisinde, Türkiye’nin içerisinde bir nevi sürgünü tercih ettiklerini biliyorum. Sayıları çok fazla, ama sesleri çıkmadığı için yokmuş sanılıyorlar. Bir tarafta Hayrettin Karaman gibi siyasî iktidara eklemlenmeyi alabildiğine abartan ve büyük coşkuyla siyasî iktidara birtakım fetvalar vermeye çalışan bir zamanların saygın İslamcıları, bir tarafta da hiçbir zaman Hayrettin Karaman kadar meşhur olmamış, ama İslamcı iddialarını koruyan ve bu iktidarla hiçbir şekilde ilişkileri olmamasını kendi inançlarına daha uygun gören isimler var.
Yeneroğlu değişik bir kişi. Kişiydi demiyorum, çünkü hâlâ siyasetin içerisinde — en azından milletvekili. Önümüzdeki günlerde ne yapacak bilemiyorum. Anladığım kadarıyla –kendisiyle bugün biraz sohbet etme imkânım oldu telefonda–, kendisi de çok emin değil. Ama şunu hissettim konuşmamızdan: Bayağı bir rahatlamış. Bu durumda olan çok insanın olduğunu biliyorum. Tahmin de ediyorum, bildiklerim de var. Ve hâlâ tam olarak kopamıyorlar. Kopamamalarının nedeni hâlâ bir mahalleye ait olma duygusu. Ama o var olduklarını düşündükleri mahallenin yeni sakinlerini, bazı yeni sakinlerini gördükçe çok ciddi bir şekilde rahatsızlık duyuyorlar. Şu anda İslam denince, İslamcılık denince akla gelen isimlerin büyük bir kısmı ya Atatürk’e hakareti, durup dururken hakareti, en olmaz şekilde hakareti kendilerine bir meslek edinmiş olanlar ya da özellikle kadın konusunda en geri önermeleri, fetva kılıfı ile kamuoyuna dayatmaya çalışanlar vs.. Bunun dışında özellikle İslamî hareketin yükselişi döneminde gördüğümüz; 80 ortalarından itibaren, 90 başlarında, hatta 90 ortalarına kadar aklı selim, herkesle her şey tartışmaya açık, çoğulcu perspektifi önemseyen, demokrasi kavramını beşeri ideoloji diye damgalama kolaycılığına kaçmayan kişilerin alabildiğine kendilerini geri plana ittiklerini ya da iktidara iyice bağlı olup, geçmişlerinin tamamen üstlerini sildiklerini görüyoruz. Sonuçta Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının Türkiye’ye yaptıklarına ek olarak Türkiye’de en büyük zararı herhalde İslamcılığa ve de İslamiyet’in kendisine verdiği kanısındayım. Mustafa Yeneroğlu bunun son örneği olarak karşımızda duruyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. (MS)