Kudüs misali gönlünde domuz görürsen…
Son zamanlardaki diplomatik toplantılarda Araplar, “Filistin ve Kudüs konusu Araplar'ın konusudur, Türkler, İranlılar ve diğer müslüman milletler bu işe karışmasınlar” derlerdi. Üstelik enternasyonalist fikirlerle kurulmuş bir FKÖ’nün bugünkü uzantıları sosyalist miraslarına bu nasyonalist söylemi de ekleyerek bu fikre destek olurlardı. Zira maaşlarını Suud’dan, pasaportlarını da Mısır’dan alırlardı. Nâsır’dan sonra büyük ivme kazanan Arap nasyonalizmi bir vatanseverlik anlamındaki müspet milliyetçilik doğrultusunda ilerlemedi. Devirdikleri Kral Faruk karşıtlığı onları genel anlamda bir Osmanlı karşıtlığına götürdü. Tıpkı 'Türk' olmazsa var oluşunu kaybedecek Yunan milliyetçiliği gibi Nasırizm geldi geldi sonunda Osmanlı karşıtlığında karar kıldı. Hatta sırf bunun için bize karşı olan Yunan tezlerini her yerde desteklediler. Kıbrıs’ta katliam yapan EOKA’cı Rum askerlerin üzerinden Mısır ordusunun hediye ettiği silahlar çıkmıştı. Bugün dahi Yunanistan Batı Trakya müslümanlarının dinî eğitim almak için Türkiye’ye gitmek yerine Ezher’e gitmelerini teşvik eder. Arap dünyasının bize karşı bir kimlik olarak oluşan bu nasyonalizmi Mısır’dan entelektüel olarak beslenen Körfez ülkelerine de yayıldı. Bugün Birleşik Arap Emirlikleri bu fikrin en büyük sponsorudur. Son yıllarda Osmanlı-Türk düşmanlığının yanına İran düşmanlığını da koyarak Acem kavramını genişlettiler. Zaten Acem demek Arap olmayan demekti. Ve Arap olmayanın müslümanlığı da bid’atler, hurafelerle doluydu. Hakiki müslüman ve de ehl-i sünnet-i hâssâ onlardı(?).
Sanki Osmanlı müslüman değildi, vehayut ehl-i sünnet değildi, onu tekfir edip bölgedeki gücünü yıkmak için âl-i Suud’u kullananlar şimdi yine başını onların çektiği yeni bir operasyon yürütüyorlar. Önce Suud’un içinde sessiz darbe gerçekleştirildi. Ardından Selefî-Vahhabî baş müftü, “Siyonizme karşı mücadele etmek haramdır” fetvası yayınladı selef-i sâlihinin kemiklerini sızlatarak. Birkaç gün sonra sistemin beslediği bazı köşe yazarları, “Kudüs konusu Filistinlilerin konusudur. Bize ne.? Hiç Suudlu öldürmüş bir Yahudi var mı? Yok. Ama Suudlu öldürmüş çok Filistinli var” demeye başladılar. Hatta, “Orası musevilerin 3 bin yıllık vatanıdır ve onlar vatanlarını savunuyorlar, onlara saldıran ise Filistinlilerdir” bile diyeni oldu. Filistin’i sattılar, şimdi de Kudüs’i satıyorlar. Bunlar ileride Haremeyn’i de satarlar. Zaten kutsallıktan soyarak etrafına inşa ettikleri gökdelenlerle Kâbe’yi Manhattan’a çevirdiler.
Şunu da iyi bilin ki evet 3 bin yıldır orada yaşayan museviler, Filistinlilerdir ve vatanlarını ne olduğu belli olmayan Siyonistlere karşı savunuyorlar. Belki duymamış olabilirsiniz, İsrailli bir genetik profesörü senelerdir yürüttüğü çalışmayı yayınladı. Elde ettiği sonuca göre genetik olarak gerçek Yahudiler aslında Filistinliler. Bugünkü İsrailliler ise daha çok Doğu Avrupa ırklarından gelen ve hakikatte Yahudi ırkından olmayan kimseler.
Operasyonun diğer bir ayağında ise İslâm İşbirliği Teşkilâtı'nı bir Suud teşkilatı haline getirmek vardı, onu da yaptılar. Aslında uluslararası örgütlerde ev sahibi ülkenin müdahalelerini en aza indirebilmek için Genel Sekreter ev sahibi ülkeden olmaz. Meselâ İslâm İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği (İSİPAB-PUIC) genel merkezi Tahran’dadır ve teşkilatın tüzüğü gereği ev sahibi ülke olan İran genel sekreter adayı çıkaramamaktadır. Bu arada şu anki genel sekreter 10 yıl evvel pekçok ülkenin oyları ile seçilmiş bir Türk’tür de Türkiye’nin bundan haberi yoktur. Söz sahibi devletler bütün dış politika yapıcı unsurlarını kullanarak bir ekip olabilen devletlerdir. İran’ın sahada artan nüfuzu bütün elemanlarıyla koordine halinde çalışan geniş bir ekibe sahip olmasıyla gerçekleşen bir takım başarısı öyküsüdür. İİT, 13 Aralık’ta İstanbul’da acil toplanıyor, İSİPAB 18 Aralık’ta Tahran’da acil toplanıyor. Aralarında temas var mı, maalesef yok.
İİT’de allem edip kallem edip son genel sekreteri Suudlu yaptılar. Bugün Suud’un aldığı pozisyonu göz önünde bulundurduğumuzda bu teşkilâtın Suud hariciyesinden gelen bir genel sekreterinin bu duruştan bağımsız olabilmesi mümkün değildir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi için nasıl Sayın Cumhurbaşkanı, “Dünya beşten büyüktür” diye muhteşem bir slogan oluşturduysa benzer şekilde İİT’de de “İslâm âlemi Körfez’den büyüktür” diye bir slogana ihtiyaç vardır.
Malum İİT’nin en başta kurulma sebebi Siyonist fanatiklerin 1969 yılında Mescid-i Aksa’ya saldırmaları üzerinedir. Yani ana kuruluş felsefesinde Kudüs konusu merkezde yer alır. Ama bu yaklaşıma sahip bir Suud hariciyesi bu konuyu da zamanla yumuşatacaktır.
Kudüs bir aynadır. Müslümanların kendilerini seyredeceği bir ayna. Ancak Vahdet şuuruna erdiklerinde zincirleri kırılacak bir ayna. Çünkü tek bir mezhebin ve tek bir milletin çözemeyeceği kadar büyük bir dava.
“Aynaya Anadolu Sultanı vurmuyorsa bil ki ayna paslıdır da ondan.
Kudüs misali gönlünde domuz görürsen bil ki Kudüs’ü Frenk ele geçirmiştir de ondan” (Mevlana).
Ey Suud müftüsü, Kudüs Mevlevihanesi’ne gelseydin bu beyitleri dinler, belki de sema ederdin. Ama sen Ağlama Duvarı’na giderek “eceli gelen …” olmayı tercih ettin. Biz sana, “Kişi sevdiği ile beraberdir” hadisini okuyalım, sen ise hadisin senedi-sepetiyle uğraş dur bakalım.
“Bu konuda neler yapmak lazım hoca, sadece tenkitle olmaz, çözüm önerilerin nelerdir?” diyenlere de tam önerilerimi sıralamak üzereydim ki Kemal Öztürk’ün 8 Aralık Cuma günkü köşesinde sıraladığı maddeleri görünce, her kelimesine katıldığım yazısının altına imza atmakla iktifa etmeyi tercih ettim. (Yeni Şafak)