'İslâm’da ruhbanlık yok' sözünün aslı
Malum olduğu üzere ilahiyat çevrelerinde âhir zamanda zuhur eden bazı kimseler bin yıllık İslam irfanının tasavvufi geleneğini dışsallaştırmak için bazı argümanlar kullanırlar. Sanki yüzyıllar süren Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde hiçbir kuvvetli âlim gelmemiş de ilk defa bunlar bu bilimsel keşfi (?) yapmış gibi kibirle yürürler fakülte koridorlarında. Kullandıkları deliller arasında en fazla başvurdukları “İslâm’da ruhbanlık yoktur” hadisidir. Zira onlara göre İslam ârifleri bir tür ruhbanlık teklif etmektedirler ve bu da o hadisle açıkça reddedildiği için ruhbanlık demek olan tasavvuf da İslâm’da yoktur. Bu kadar basit.
Tabiki bir ömür basit konular üzerinde temerküz edenlerin ilmî üslûpları da basit olur. Metafizik ve manevi ilimlerle yani âlî ilimlerle hemhal olmadan tâlî ilimlerde behre sahibi olunmayacağını bilmezler. Bunun en güzel misâli tarihimizde hukuk ilmiyle iştigal eden hemen hemen her âlimin önce feylesof veyahut mutasavvıf kimliklerinin kendilerinde inşa edilmiş olduğu gerçeğidir.
Şimdi gelelim bu ileri sürülen delilin tahlilini yapmaya. Bakalım durum onların “te’vil” (?) ettikleri gibi mi imiş? Önce hadisin muhtevasını yani söylemini inceleyelim. Rivayet edildiği söylenilen bu hadis şunun üzerine söylenmiştir. Bir gün sahabeden Osman b. Maz’un’un hanımı Havle, Peygamberimizin huzuruna gelir ve der ki: “Osman gündüzleri hep oruçlu geceleri de hep sürekli namaz kılıyor. Benimle hiç işi yok.” Bunun üzerine Peygamberimiz o kadına; “Beni onun yanına götür” der. Yanına vardıklarında hakikaten kendisini namazda bulurlar. Hemen toparlanır. Peygamberimiz ona, “Ben böyle mi yapıyorum Osman? Benden böyle mi gördünüz?” diye sorar. Sonra da “İslâm’da ruhbanlık yoktur” der.
Bu sözde geçen kelimenin aslı “Rehibe” kökünden gelir. Terimin mânâları içerisinde “korkmak”, “korkutmak”, “katletmek” gibi anlamları bulunmaktadır. Hatta bugünkü Arapçada terör kelimesinin karşılığında kullanılan “İrhab” kelimesi de aynı kökten gelir. Kelime burada bazı duyguları öldürmek manasında kullanılmıştır ki onun da cinsel duygular olduğu âşikârdır. “Biz onlara böyle bir şeyi şart koşmamıştık. Kendileri bunu icat ettiler. Fakat onun hakkını da vermediler” âyeti (Hadid, 27) de aynı mânâyadır.
Dinler bu konuda farklı tavırlar almışlardır. Hristiyan mistisizminde bekârlık (celibacy) yolu ile hakikate ulaşma hedeflenirken, Tantrizm’de bilakis cinsel ilişki ile aydınlanma hedeflenir. Orta Yol olan İslâm ise ikisi arası bir tavrı benimser. İbn Arabi gibi, Mevlânâ gibi ekâbir-i sûfiyenin bu konudaki görüşleri zaten erbabına malumdur.
Gelelim rivayet edildiği söylenilen “Lâ ruhbaniyete fi’l-İslâm” sözünü Hadis ilmi açısından değerlendirenlerin görüşlerine. Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ’sında, (II, 528)’de geçen bu rivayet için mevzû diyen de var zayıf diyen de. Meselâ İbn Hacer Fethu’l-Bâri Şerhi’nde “Bu lâfızla ben böyle bir hadis görmedim” der. Sahih olan ise bu lâfızla değil de buna yakın mânâda İbn Abbas’tan gelen bir başka rivayettir. Ebu Davud, Ahmed, Hâkim bu şekilde olanı sahihlemişlerdir. Söz konusu bu rivayetin ibaresi, “Lâ sarûrete fi’l-İslâm” şeklindedir. Sarûre: evlenmeyi ve cinsel ilişkiyi terk etmek mânâsınadır.
Bu sözü tasavvuf karşıtı bir söylemi güçlendirmek için kullanan modernistlerin yüzyılın başında bunu bir de Halife karşıtı bir siyasi tavır alış için kullanmaları da dikkat çekicidir. Bu hayati konuyu harikulâde bir şekilde kaleme alan Prof. Dr. İsmail Kara’nın “İslâm’da Ruhbanlık Yoktur, Söylemi Etrafında Dînî Otorite ve Ulemâ Üzerine Birkaç Not” (MÜİFD 21, 2001/2) makalesine bakmanızı tavsiye ederim. Üstad burada diyor ki: “Kaynaklara dönüş, tarihî mirası tasfiye, sünnet-i seniyyeyi ve nihayet dînî otoriteyi bir ölçüde devreden çıkarma çerçevesinde mevzu hadisler meselesine de yeniden ve -bizce- farklı bir usul ve niyetle eğilen muâsır İslâm ulemâsının ve Müslüman aydınların, kendi tezlerini savunmak sözkonusu olduğunda zayıf ve mevzu hadisleri nasıl rahatlıkla kullandıklarına güzel bir örnek de bu rivayettir”. Yani pek çok hadisi sahih kabul etmeyen bu kişiler kendi görüşlerini teyid etmek için zayıf veyahut mevzu hadisleri kullanmakta bir beis görmezler.
İsmail Kara şöyle devam eder: “Hadis usûlü kıstaslarına göre zayıf belki de mevzu bir rivâyet olan ‘İslâm’da ruhbanlık yoktur’ hükmüyle ‘İslâm’da din adamı (yani ulemâ) yoktur’ ifadesi arasında doğrudan bir ilişki var mı? Nasıl olmuş da Protestanlar’a benzer bir şekilde ve bütün hiyerarşileri altüst ederek ‘İslâm’da Allah’la insanlar arasına hiçbir kişi ve müessese giremez’ demiş ve buna inan(dırıl)mışız?... Demek istiyoruz ki ruhbanlık Hıristiyanlığa mahsus bir kavramdır ve ‘İslâm’da ‘Hıristiyanlık’taki gibi’ bir ruhbanlık yoktur. Hıristiyan din adamları sınıfına ruhban dendiğini bilsek bile bu bilgi ruhbanlıktan kastedilen şeyin evleviyetle dünyadan el-etek çekmek, bekâr yaşamak olduğu vâkıasını ortadan kaldırmaz. Ahlâk ve tasavvuf kavramlarına mürâcaat ettiğimizde ise ruhbanlık için zühd, terk-i dünya ve havf u haşyet gibi âyet ve hadislerde, sünnet-i seniyyede de rahatlıkla kaynak ve meşrûiyetlerini bulabileceğimiz kavramlarla karşılaşacağız.”
Üstadın şu kapanış cümleleri bu modernistlerin maksadını çok güzel açıklamaktadır: “Kanaatimiz odur ki ruhbanlık rivayetine sığınılarak ‘İslâm’da din adamının ve dînî otoritenin olmadığı’ tezi veya iddiası sürecin ürünlerinden biridir ve ulemânın, müdevvenâtın değeri ve bağlayıcılığını ortadan kaldırarak/zayıflatarak yeni din ve ilim anlayışının, ıslahat ve modernizasyonun önünü açmayı hedeflemektedir.”
Manevi bilgiye mazhar olabilmek için Hz. Musa’nın 40 gün Tur-i Sina tecrübesi, Hz. Muhammed’in Hira mağarası tecrübesi v.b. gibi halvet, inziva, itikaf temelli uygulamalarını neredeyse Ruhbanlık çatısı altına alıp reddedecek bu sözümona akılcıların kavramlarla oynamasının güzel bir şekilde ele alındığı bir diğer yazı da Prof. Dr. Ahmet Cahid Haksever’in “Ruhbanlık Kavramındaki Anlam Kayması ve Tasavvufla İlişkilendirilmesi Üzerine Bazı Değerlendirmeler” (HİFD 2013/1, c. 12, sayı: 23) makalesidir. Tavsiye derim.
Hasılı, bu sözden maksadın İslâm’da kastî olarak cinsel perhiz yapmanın, yine kastî olarak evlenmemenin yasaklanması yönünde olduğu açıktır. Bu durumda meselenin doğru anlaşılması için söz “İslâm’da cinsel perhiz yoktur” diye tercüme edilmelidir. Vesselam… (Yeni Şafak)