İran: Asıl mücadele şimdi başlıyor
İran’la 5+1 ülkeleri arasında nükleer konuda varılan anlaşmaya ilişkin meselenin sadece İran’ın nükleer güç edinme ya da edinmeme meselesi olduğuna ilişkin bir algı var. Hâlbuki küresel aktörlerin bu kadar önemsediği meselenin tek boyutlu olma ve sadece yüzeyde görünen konularla ilintili olma ihtimali oldukça düşüktür. Konunun bölgedeki uluslararası güç dengelerini, ekonomik yapıyı, jeopolitik ve jeostratejik yapıda meydana getireceği değişiklikleri de ihmal etmemek gerekir.
Analize ABD’den başlarsak ABD’deki neocon olmayan bütün siyasi eğilimlerin bu anlaşmayı desteklediğini ifade etmek kaçınılmaz. Ancak Neoconların halen İran’la varılan nükleer anlaşmayı sabote etmek için her türlü yola başvuracaklarını tahmin etmek için de kâhin olmaya gerek yok. Öte yandan Obama’nın Kongre’de çıkacak olan muhtemel bir kararı veto edeceğini açıklaması ise ABD’de sadece demokratların değil aynı zamanda Neoconlar dışında kalan geniş bir kesimin, liberallerin, demokratların, küreselcilerin İran’la anlaşma konusunda ne kadar kararlı olduklarını göstermesi için yeterli. Dolayısıyla bu anlaşma bütün sabote çabalarına rağmen uzun vadede uygulanacak ve ABD içinde dahi kabul görecek gibi görünüyor.
ABD ve Batı’nın bu noktadaki şevki, sadece İran’ın nükleer gücünü denetim altına almasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda bu alanda farklı güçlerin söz sahibi olmasını engellediği, İran’ın AB ve Batılı güçlerle olan ilişkisini de denetim altına aldığı için bu anlaşmayı önemsiyor. Bu anlaşmayla Rusya-İran ilişkileri Batı lehine yeniden dengelenmiş olacak, AB-İran ilişkileriyse yine doğrudan bir ilişki yerine ABD kontrolünde bir ilişki olmak zorunda kalacak. Şunu kabul etmek gerekir ki İran, bu anlaşmayla önemli bir başarı elde etmiş olsa da bu anlaşmaya varabilmek için önemli tavizler de verdi. Bunun tek taraflı bir başarı ya da zafer olduğunu iddia edemeyiz. Ayrıca bunun zafer ya da mütevazı bir başarı olup olmadığını da uygulama süreci ve bu süreçte ortaya çıkacak olan sorunların çözüm yöntemi belirleyecek. O nedenle şu aşamada neticesi yıllar alacak bir sürece ilişkin şimdiden kesin bir takım öngörülerde bulunmamalı.
ABD açısından nükleer dosyaya ilişkin farklı bir boyut ise İran’ın yükselişinden kaygı duyan Körfez Şeyhliklerinin bu kaygısını daha da körükleyerek İran’ın bölgede tehdit olduğu algısının güçlendirilmesi, geçmişte nasıl sürekli korkuları diri tutma politikası Amerikan silah sanayiine sürekli taze kan sağlamışsa şimdi de aynı dinamik benzeri sonuca bölge ülkelerini sürüklemektedir. Nitekim geçtiğimiz Nisan ayında yapılan Camp David’deki Körfez ülkeleri-ABD zirvesinde taraflar arasında bölgeyi balistik füze sistemleriyle donatma konusunda anlaşmaya varılması bunun en somut kanıtıdır; İran korkusu nedeniyle milyarlarca dolar ödeyecekleri ABD, sistemin kontrolünü elinde tutacak.
Böylelikle İran korkusu bölgede, bir taraftan Körfez şeyhliklerinin ABD’ye olan bağımlılığını artıracak bir unsur olarak kullanılırken öte yandan ABD, bölgesel çatışmaları teşvik ederek kendi hegomonyasını tahkim etmeye çalışan bir güç olarak karşımıza çıkacaktır. Bu noktada İran, Amerikancı Körfez şeyhlikleri için dahi olsa kendi gücünün bölgede Müslüman ülkeler arasında bir çatışma unsuru olarak kullanılmasına izin vermemeli, ABD’nin nükleer anlaşmayı farklı yollarla suistimal etmesine müsaade etmemelidir.
ABD ve Batılı ülkelerin İran’ın barışçıl da olsa nükleer gücüne ilişkin bu denli duyarlı olmalarının arkasında yatan en önemli neden, İran’ın nükleer silah edinmesi gibi görünse de aslında Beril Dedoğlu Hoca’nın da dediği gibi bu durumu sadece İslam Cumhuriyeti’nin silah edinmesinden duyulan kaygıyla ilişkilendirmek doğru olmaz. Devasa petrol ve doğalgaz rezervleriyle zaten bir enerji gücü olan İran’ın nükleer enerjiye tam kapasite sahip olmasıyla açığa çıkacak olan ekonomik ve siyasi güçten de Batılı güçler ürkmektedir. Dolayısıyla nükleer tesislerin kontrolünü elinde tutma gücünü veren anlaşma üzerinden Batılı ülkelerin elde etmeye çalıştığı şey, sadece silah edinip edinmeme meselesinin de ötesinde bölgesel ölçekte giderek kristalize olan siyasi, ekonomik, diplomatik ve askeri bir güç olarak İran’ı denetim altına alma çabasından başka bir şey değildir.
Bu, işin ABD ile ilgili olan boyutu. Bir de en az bunun kadar önemli olan İsrail’le ilgili boyutu da var. Zira İsrail’le ilgili olan boyut aynı zamanda başka birçok önemli devleti de ilgilendiriyor. Peki, İsrail’in nükleer anlaşmaya bu kadar kötümser ve olumsuz yaklaşmasının nedeni ne olabilir? Ünlü gazeteci Abdülbari Atwan bunun nedenlerini şöyle sıralıyor:
1. İran’la varılan anlaşmayla birlikte nükleer silahlarını uluslararası denetime açması noktasında İsrail üzerindeki talep ve baskıların giderek artması.
2. İran’ın barışçıl da olsa nükleer güce sahip olmasının bölgedeki güç dengelerini değiştirmesi, İsrail’e askeri ve ekonomik açıdan denk başka bir gücün ortaya çıkması.
3. Bu anlaşmanın ayrıca Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin de “biz de aynısından isteriz” şeklinde özetlenebilecek bir tavır içerisine girmeleri ve bölgede nükleer güç sahibi ülkelerin giderek artması.
Peki, bundan sonra ne olacak?
Üzerine Levithanlar’ın salındığı, küresel sistemin bütün imkânlarının seferber edildiği, ambargolarla hizaya getirilmeye çalışıldığı, iç muhaliflerin sürekli kışkırtıldığı 30 yıllık süreçte bütün bu imkânsızlıklara rağmen evcilleştirilmek bir yana küresel sisteme kafa tutma noktasına gelen İran’ın asıl mücadelesinin bundan sonra başladığını düşünüyorum.
Evet, İran’ın bundan sonraki süreçte (anlaşmanın hayata geçirilmesi nedeniyle bazı pürüzler çıkmadığı takdirde) bölgesel bir güç olmasının önünde bir engel kalmamış görünüyor. Ancak bazı Müslüman yazarların gayet iyi niyetli ama aynı ölçüde telaşla İran’ın dünya sistemiyle uzlaştığı yönündeki yaklaşımlarını oldukça erken yapılmış bir tespit olarak gördüğümü söylemeden geçemeyeceğim. Yine de Akif Emre gibi iyi niyetli yazarlarımızın analizlerinin her ne kadar erken ve aceleyle ulaşılmış sonuçlar olduğunu düşünsem de bu yöndeki uyarıların Müslümanlarca dikkate alınması gerektiğini, “İran’a haksızlık yapılıyor” haleti ruhiyesiyle bu tür samimi uyarıları kaleme alan yazarların diğer mezhepçi, ulufeci, yanaşma yazarlarla aynı kefeye konulmaması gerektiğine kaniyim âcizane.
Peki, Emre’nin de işaret etmeye çalıştığı, İran’ı bekleyen tehlikeler neler?
Sistem içine çekilmek istenecek, dünya sistemini ayakta tutan unsurlarından biri olması talep edilecektir İran’dan. Devrim ruhunu, sosyal adaleti içeren bir İslami ekonomi modelini hayata geçirmesi ve küresel sistemin ayak oyunlarından kendini muhafaza etmesi, neo liberal ekonominin nimetlerine kendisini kaptırmaması gerekiyor İran’ı yöneten üst aklın.
Unutmamak gerekir ki bugün nükleer anlaşma nedeniyle önünü açanlar düne kadar devrimi boğmaya çalışan ABD’si, İngiltere’si ve Fransa’sıyla Batılı ülkelerden başkaları değildi.
Neo-liberal düzenle uzlaşma yönünde atılacak her adım, İslam devrimini çıkmaza götürecek yolun taşlarını usulca ve sessizce örenlerin değirmenine su taşımaktan başka bir anlam icra etmeyecektir. Bu çerçevede devrim lideri Hamaney’in imzaların atılmasının hemen ardından küresel sistemle mücadeleye devam mesajı vermesi oldukça anlamlıdır. (İslamî Analiz)