'Müslüman’a devletçilik, milliyetçilik, mezhepçilik, körü körüne itaat yasaktır'
Talip Özçelik, İslami Analiz’deki yeni yazısında Müslümanların hak ve adaletle ilişkisine dair önemli tespitlerde bulundu.
Özçelik, Müslümanların herhangi bir kaygı gözetmeksizin hak ve adaletin yanında durmaları gerektiğine dikkat çekerek ‘Ben kelime-i şehadeti söyleyip iman ettim’ diyen bir müslüman için bundan sonra artık; tarafgirlik, adam kayırma, taassup, haksızlık, zulmetme, milliyetçilik, devletçilik, mezhepçilik, kabilecilik, maslahat gözetip zulmetmek, ya da zulme sessiz kalmak, faşizm, sömürü, grup/cemaat taassubu, körü körüne itaat vb. hakikate zıt bir konumda bulunmak asla söz konusu olamaz..’ diye yazdı.
Özçelik'in yazısının tamamı şöyle:
Ehl-i Hak/Hılfül Fudül
Hılf-ül Fudül,peygamberimiz (AS)'ın peygamberlik gelmeden önce katıldığı, peygamber olduktan sonra ise kesin bir dille onayladığı bir ittifaktır, bir insanlık ve erdem hareketidir.
İslami ve insani anlamda birincil görevimiz, her zaman ve şartta hak ve hakikatin yanında olmaktır. Çünkü bu görev Kelime-i tevhit ile bizzat alakalıdır. Şehadet kelimesini söyleyip İslam'a girmenin anlamı şudur:
"Ben bu dakikadan itibaren, varlık alemindeki en büyük hakikat olan Allah'ın ilahlığı hakikatini itiraf ve kabul ediyorum. Bundan sonra benim safım, tarafım, yerim hakikatın yanıdır. Durduğum yer hakikatin tarafıdır" demektir.
Üzerinde bulunduğumuz-yaşadığımız dünya da,varlık alemi de fıtrat üzere yani hak ve adaletle yaratılmış alemdir. Tertemiz asli bozulmamış fıtrat bunu ifade eder.
Yaratılmış olduğu fıtrat bozulmamış, çevresi tarafından ifsat edilmemiş insan da, diğer tüm varlıklar da fıtrattan kaynaklanan hakikat zemininde bulunur. Hakikat zemini tüm mahlukatın, varlık aleminin üzerinde bulunduğu zemindir. Bu zemin varlığını Rabbimizin esma-ul hüsnasında bulunan "El Hak" tan alır, ona borçludur.
Bize göre bir insan kelime-i şehadeti söyledikten sonra,yani varlık alanındaki en büyük hakikati itiraf ettikten sonra, bu kişinin artık hakikatten başka bir yerde olması, hakka ters işler yapması, haksızlık yapması mümkün değildir.
Adalet bir şeyi bulunması gereken yere koymaktır. Her türlü yanlışlık,haksızlık,hak ihlali bizim için hakikate ters olması sebebiyle adaletsizdir, yani zulümdür.
Bize göre varlık alemi varlığını "el HAK" olana borçludur, biz buna iman ediyoruz. Buna inandığımız gibi, adalet de adil sıfatının mutlak sahibi olan Allah’a imanımızdan bağımsız değildir.
Bu sebepledir ki hak ve adalet mücadelesi bizim için parçacı bir yaklaşımla bir dernek vakıf faaliyeti değil bir iman, yaşam ve teslimiyet mücadelesidir, itikadi ve ameli bir esastır.
Bütün bu belirttiğimiz hususlardan dolayıdır ki "devletin dini adalettir" cümlesi her yerde uluorta kullanılacak bir cümle değildir. Demokrasiler ve benzeri rejimlerde bütün din ve inançlara eşit mesafede olup herkese adalet dağıtma, laiklik ve benzeri bağlamlarda asla kullanılamaz. İslami kavramlar içerisinde, İslami-siyasi otoriteyi tanımlamak için söylenmiş ve sadece yukarıda belirttiğimiz bağlamda kullanılması- değerlendirilmesi gereken bir cümledir.
"Ben kelime-i şehadeti söyleyip iman ettim" diyen bir müslüman için bundan sonra artık; tarafgirlik, adam kayırma, taassup, haksızlık, zulmetme, milliyetçilik, devletçilik, mezhepçilik, kabilecilik, maslahat gözetip zulmetmek, ya da zulme sessiz kalmak, faşizm, sömürü, grup/cemaat taassubu, körü körüne itaat vb. hakikate zıt bir konumda bulunmak asla söz konusu olamaz..
Yalan söylemek, riya, iftira ve iki yüzlülük bunun için yasaktır.
Bunun içindir ki Hılf-ül Fudül hareketi insani fıtri erdemlere sahip herkesin içinde bulunabileceği, bulunması gereken bir erdemliler hareketi olarak değerlendirilmelidir.
Böyle bir erdemliler hareketinin oluşturulması tüm zamanlarda mümkündür, daima olması gerekendir.
Müslümanlar olarak bizlerin böyle bir erdem hareketi içinde bulunması imani bir zorunluluktur, bir vecibedir, en güçlü-en temel sünnettir.
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun" emri sadece şer'i otorite olarak değerlendirilemez. Böyle bir erdemliler ittifakının-hareketinin olmasının her dönemde ve her zaman bulunmasının bir anlamı da o zamanda ve o yerde müminlerin bulunması demektir. Zira müminlerin her zaman hakikatin ifadesi olmaları gerekmektedir. Mümin kişi demek her zaman hakkın, haklının yanında olan, hakikat aşığı demektir..
Her halde ve her şartta her türlü otoriteye, dini-siyasi-ekonomik-bilimsel vesair otoritelere hakikati söyleyip hatırlatacak kişi veya topluluk varsa, zulmün her çeşidine karşı durabiliyorlarsa; işte orada inanmış bir kul ve topluluk; yani Allah'ın halifesi vardır demektir. Bir başka deyişle yüce rabbimizin, Hak ve Adalet sıfatlarına iman etmiş olmanın tezahürü vardır demektir.
El Hak ve El Adl sıfatlarının eşyada tezahürünün sınırsız denilebilecek kadar çok vechelerinden bazıları da bu müminler eliyle sosyal, siyasi veya hukuki alanda ortaya çıkacak demektir.
Yukarıda zikredilenlerden dolayıdır ki dinden bağımsız bir hak, adalet ve özgürlük zemini bizim için mümkün değildir. Özgürlük kelimesi, kapsamı ve çerçevesi bizim değil, modern batılı paradigma tarafından tanımlanmış bir kavramdır. Bu sebeple bizim anlam dünyamızda bir karşılığı yoktur. Ya da şöyle bir karşılığı vardır, denilebilir. Bizim anlam dünyamızda her türlü kölelik ve bağdan özgür olmak sadece Allah'a kul olmakla mümkündür.. Her zaman ve her yerde hakkın ve hakikatin yanında yer alabilmek, kendi nefs, enaniyet ve isteklerine rağmen bile bunu yapabilmektir, hak,adalet ve özgürlük mücadelesi...
"Allah'ın kelimeleri... Yüce olan işte odur." ayet. (Talip Özçelik - İslamianaliz)