Geçmişin mânâsı ile irtibatımız ve Derviş Kanunî
eçmişle övünmenin, lazım olduğu zaman bugüne meşruiyet katmak için dünün mirasyediliğine soyunmanın modası hiç geçmedi. Geçmişle irtibatı önemsemek elbette kötü bir şey değil; ama geçmişle irtibattan ne anladığımızın, bu irtibata dair kolayca telaffuz ediverdiğimiz sözlerin içini neyle doldurduğumuzun hakkıyla izahını yapabiliyorsak... Biz kahir ekseriyetle vâkıf olmadığımız, hakkında kulaktan dolma birtakım klişeler dışında bir şey bilmediğimiz, derinliğine bakmaya hemen hiç tenezzül etmediğimiz âfâkî bir geçmişle övünüp duruyoruz. O geçmişle aramızda bir kan bağı olduğu aşikar ama aynı şekilde bir can bağı da var mı diye kendimize hiç sormuyoruz. Tarihi hadiseleri meşrebimize uyacak şekilde tevil etmekte (ki bu teviller meşrebe göre birbirine taban tabana zıt olabiliyor), tarihî şahsiyetleri birer karton karaktere dönüştürüp tepe tepe kullanmakta üstümüze yok. Ama asırlar öncesinden bugünlere uzanan bir şuurla zamanın ruhunu okumaya yönelik pek bir gayretimiz yok. Halbuki, geçmiş üzerine bir aidiyet sahibi olmak için o geçmişten bugüne mânâ köprüleri kurmak şarttır. O köprüler yoksa elimizde kalan tarih değil, kuru hamasettir.
Yazık ki; tarih bahsinin kuru hamasetle doldurulması meşgalesi, her devirde iş yapmış, müşteri bulmuş, geçerli olmuş bir ticaret oldu bu topraklarda. Tarihi kullanıp atan, tarihin ruhuna, canına, şuuruna intibak etmeyi gözü kesmeyen kolaycılar nice parsaları topladılar. Geçmişe esastan bakanlar, zamanın seyrinden kendilerine bir idrak biriktirenler onlar kadar itibar görmedi. Dolayısıyla geçmişle gerçekten irtibatlı olanların toplumun ekseriyetiyle irtibatı hep sınırlı kaldı. Bu hal, pek tabiidir ki, bizi toplum olarak öz toprağımızdan beslenemez bir hale getiriyor ve yaptığımız her şeye maalesef kahır verici bir ‘mânâ’sızlık katıyor.
Zihin köklerini asırlar öncesine uzatarak geçmişi bir şuur olarak hayatına katan ve zamanları birbirine bağlayan mânâ ile gönülden irtibatlı olanlar, tarihin ‘havası atılacak bir şey’ olmadığını bilerek yaşadılar. Onu kendi tenha köşelerinde hayata rengini veren bir ruh, bir zevk, bir neşve, bir hakikat olarak yaşattılar aynı zamanda. Kalabalıkların pek ruhu duymasa da, bu esaslı gayret sahipleri asırların mirası olan ‘mânâ’nın gökkubbenin altında nefes alıp vermeye devam etmesine memur kıldılar kendilerini. Ve o memuriyetleriyle de mâmur kıldılar engin ve bir o kadar mütevazı hayatlarını.
O mânâ, sokağımızın ucunda vakur bir cami, eski bir kabristanda sarıklı bir mezar taşı, birbirine yaslanarak zamana direnen ahşap yapılar, zihnimiz unutsa da dilimizin unutmadığı nice kelam-ı kibar, Itrî’nin bir bestesi, Şeyh Galip’in bir şiiri, Yunus’un, Mısrî’nin bir ilahisi ve daha bir çok şeyle yaşıyor hayatımızın içinde. Bizler geçmişle irtibatsızlığımızı, dolayısıyla hamlık ve idraksizliğimizi elbet gafletimize borçluyuz. Diğer taraftan; geçmişi, bütün mânâ ve âsârıyla bugün hâlâ elimizi uzatıp dokunabileceğimiz mesafede bir imkan olarak tutan nice mütevazı ve fakat abidevî şahsiyete de, bizi muhtaç olduğumuz o ‘mânâ’ iklimine taşıyabilecek olan nice güzel ihtimali borçluyuz.
Geçen hafta bir ömürlük gayretle hazır ettiği mânâ çıkınını yanına alarak ebedî aleme göçen Derviş Kanunî Cüneyd Kosal, işte tenhada bıraktığımız o abidevî şahsiyetlerden biriydi. Bugün nice hayırlı meclislerde şifa niyetine terennüm edilen, feyz niyetine kulak verilen ilahilerin, erbabının bildirdiğine göre neredeyse yüzde 95’inin kayda geçirilmesi Cüneyd Kosal büyüğümüz sayesinde mümkün olmuştur. 65 yıl boyunca biriktirdiği ve nihayetinde bütün alemin faydalanması için İSAM’a bağışladığı muhteşem bir musiki hazinesi olan kütüphanesi ile Türk musikisinin bizzat hafızası olmuştur. Kendi besteleri, güfteleri, icraları da, tıpkı hocamızın varlığı gibi müstesna bir servettir.
Keşke Cüneyd hocamız gibi, bütün ömrünü ‘geçmiş’le ‘insan’ arasında hakiki köprüler kurmaya vakfeden gönül işçilerini birer ‘hayat ustası’ olarak kurtulamadığımız bütün şu nevzuhur acemiliklerimize bir tedbir olarak baş köşelere koyabilsek...
Kabri pürnûr, mekânı cennet, derecâtı âlî olsun inşallah. Okunan her ilahiden onun ruhuna Fatihalar kanatlansın. (Yeni Şafak)