Yalanına kanan dünya
Yalanın hep başkalarıyla aramızdaki ilişkilerde ortaya çıktığını düşünüyor ve yanılıyoruz. Her yalan, sonuçları başkalarını daha fazla ilgilendiren durumlarda kendini gösterse bile, herkesten önce kendimize söylenmiştir. Yine her yalan, bize bazı avantajlar getiriyor olsa bile aslında koca bir aldanıştır. Gerçeğin ve hatta gerçekliğin gövdesinden sökülüp koparılmış bir parçadır. Gerçek yalanlarla parçalanır ve önce bütünlüğünü, giderek varlığını yitirir. Kime söylenmiş olursa olsun içe dönük bir kötülüktür. Herkesten çok söyleyeni tahrip eder. Bir bulaşıcı hastalık gibi girdiği bünyeye yayılır, her yere sirayet eder. Habis bir ur gibi hastalığı sağlam hücrelere de dağıtır, bulaştırır. Yalan, söyleneni her durumda aldatmaya yetmeyebilir. Ama söyleyen, söylediği anda zaten aldanmıştır. Çünkü yaptığı, gerçek olmayanı gerçeğin yerine koymaktır. Bu alışkanlık haline geldiğinde, kişinin de artık bir gerçekliği kalmaz.
“Ne zaman ağzımı açsam” diye mırıldandı yaşlı adam, “biri sanki benim yerime konuşmaya başlıyor gibi hissediyorum!”
Gerçek, bizi zor durumlara düşürüyor olsa bile en lehimize olan yalandan yine de daha lehimizedir. Çünkü gerçek, bize ayağımızı basacak bir zemin verir. Zorluklar aşılabilir, dezavantajlar zaman içinde avantaja çevrilebilir ama ‘gerçeksizlik’ hayatın toprağını çorak kılar, orada hiçbir tohum büyüyüp serpilmez. Üstünde çalı çırpıdan başka bir şey yetişmez.
Herkes körebe oynamaya başladıysa, artık gerçeği sadece parmak uçlarımızla bulabiliriz, hayat böyle!
“Daima doğruyu söylerim. Ama doğrunun tamamını değil. Çünkü doğrunun tamamını kimse söyleyemez. Her şeyi söylemek imkansızdır. Yeterince kelime yoktur. Doğruyu, gerçek olana yaklaştıran da bu imkansızlıktır” diyor Jacques Lacan, ufku açık kelimelerle.
Bunca yalan dolanla dolu bir dünyada doğru istikamete doğru yürümek, ip üstünde yürümekle neredeyse aynı şeydir. Dengeyi hiç kaybetmemek, dikkati hiç elden bırakmamak gerekir. Dengeyi sağlayan şey aslında muhakemedir. Muhakeme için de anlamak gerekir; yani yaşadıklarımızı düşünmek ve iç dünyamızda ifadeye büründürmek, yerli yerine koymak... Her şeyin sebebi bilinmeyen bir koşuşturma haline, bir kargaşaya rehin bırakıldığı bir hayatta, olan bitene dikkat göstermeye, yaşananları düşünmeye, anlamlandırmaya elbette vakit bulunamaz. Dolayısıyla insan muhakeme yeteneğini kaybeder. Muhakeme olmayınca denge bulunamaz ve insan o ipin üstünde yürüyemez, düşer ve istikametini kaybeder.
İnsana gereken ne olursa olsun sürekli kazanan olmak değil, gerçekle irtibatını hiç kaybetmeyen olmaktır. Bunun için kalp uyanıklığı gerekiyor. Aksi gaflet uykusudur ki, bir kara lekenin bütün bir kalbi kaplamasıyla ortaya çıkar.
“Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş” diyor Aşık Seyrani, rahmet olsun.
Gece demeden gündüz demeden, hiç durmadan, hiç ara vermeden hayatının söküklerini diken insanlar da var.
“Yalan dünya, yalan dünya!” dedi meczup, “kendi yalanına kanan dünya!” (Yeni Şafak)