Bir ile bin bir
“Seni aradığımda nerede bulabilirim?” diye sordu ayağa kalkan. “Umarım kendimde!” diye cevapladı oturmaya devam eden.
Bizi kendimizden geçirecek olana değil, bizi kendimize getirecek olana ihtiyacımız var. Unutturacak olana değil, hatırlatacak olana... Savurup dağıtacak olana değil, derleyip toplayacak olana... Bizim kanatacak olana değil, iyileştirecek olana ihtiyacımız var. Tek tek kendi köşelerimizde infilak etmeye değil, topluca muhabbette ittifak etmeye ihtiyacımız var. Bizim gizliden ya da açıktan isyana değil, gönülden rıza göstermeye ihtiyacımız var. Bizim birbirimizi yargılamaya değil, anlamaya ihtiyacımız var. Bizim azaltmaya, eksiltmeye, parçalamaya değil, çoğaltmaya, tamamlamaya, bütünlemeye ihtiyacımız var. Bizim birbirimizi itmeye değil, sımsıkı tutmaya ihtiyacımız var.
“Bir tohum gerek diyoruz. İnsanın içine düşmeli. Orada yeşermeli. Orada göğermeli. Orada başak tutmalı. Harmanı hasadı insanın içinde olmalı. İnsanın içinde savrulup, içinde ambarlanmalı. İnsan ona değirmen kesilmeli: Bu değirmen bizde çağıldamalı” diyor hepimizin ‘Fethi Ağabey’i, mekanı cennet olsun.
“Sen herkesten başkasın” dedi biri. “İnanmayacaksın ama aslında herkes herkesten başka” dedi öteki.
Kimimiz siyahız, kimimiz beyaz. Kimimiz sıcağız, kimimiz ayaz. Kimimiz mahuruz, kimimiz hicaz. Kimimiz selvi boyluyuz, kimimiz tıknaz. Kimimiz olduğu kadar, kimimiz mecaz. Kimimiz vurmalı çalgıyız, kimimiz üç telli saz. Kimimiz yerdeki çileğiz, kimimiz daldaki kiraz. Kimimiz boyun eğer, kimimizde hiç bitmez itiraz. Kimimiz akıllı uslu, kimimiz hiçbir işe yaramaz. Kimimiz pür hevesiz, kimimizde bitmez hiç naz niyaz. Kimimiz edep sahibi, kimimiz utanmaz arlanmaz. Kimimiz ibret alır başına gelenden, kimimiz yine de uslanmaz. Kimimiz azın içinde çok, kimimiz çoğun içinde az. Kimimiz ardında iz bırakır gider, kimimizin esamisi okunmaz.
“Fakat sen, bebeğim! Bir meltem gibi gezineceksin/ Göllerde ve kumlu sahillerde, yaşlı dağın/ sarp kayalıkları altında ve bulutların altında,/ gövdesinde hem gölleri/ hem sahilleri ve hem de dağ kayalıklarını resmeden;/ böylece görüp duracaksın/ Tanrı’nın konuştuğu ezelî dilin/ boş şekillerini ve anlaşılır seslerini/ ezelden öğretti ki O/ her şeydedir ve her şey O’ndadır” diyor İngiliz şair Samuel Taylor Coleridge, ‘Geceyarısı Ayazı’ ismini verdiği şiirinde.
“Günler birbirinin aynı geçiyor” diye düşünüyoruz bir çoğumuz. Aslında anlar bile birbirinin aynı geçmiyor. Olan her şey ilk kez oluyor ve bir daha da olmuyor. Bakmayın “Tarih tekerrür etti” diye fiyakalı laflar ettiğimize, zamanın içinde hiçbir şey tekerrür etmiyor. Biz benzerlikleri aynılık zannediyoruz. Evet, mevsimler deveran ediyor, yeniden yeniden geliyor. Ama düşünün bir, hangi yaz bir öncekiyle aynı. Hangi güzün başka bir güzün hikayesiyle geliyor. Her an yeni bir oluşla yaratılıyor alem. Ve Yaratan’ın adeti değil bir şeyi tekrar etmek... Biz idraklerimizi donmaya terkettiğimiz için farkında olmuyoruz. Yenileniyor hayat sürekli, tazeleniyor.
“Gözünü kapattığın dünya ile gözünü yeniden açtığın dünya aynı dünya mı sanıyorsun?” diye mırıldandı beyaz saçlı adam, kendi kendine.
Bir hayatın içinde bin bir hayat yaşayan insanlar da var.
“Bir gözünü kırptın” dedi meczup, “neler kaçırdın neler!” (Yeni Şafak)