Tişörtünüz Zihninize Çizik Atıyor!
Son dönemin en popüler giysilerinden biri tişörtler... İşi gereği belli bir kıyafetle dolaşmaya mecbur olmayan insanların büyük bir kısmı tişörtlerle sokağa çıkmayı tercih ediyor. Bu şaşırtıcı değil elbette; oldukça rahat, ucuz ve çok fazla seçenek sunan bir giysi türü... Bütün spor kıyafetlerle uyumlu, çoğu zaman ütü filan bile istemiyor. Mecburi kıyafet uygulamalarından oldum olası hoşlanmadığımdan bana da sevimli geliyor çoğu zaman. Üç beş tişörtüm var dolabımda benimde, herkes gibi...
Lafı nereye getireceğimi herhalde merak ediyorsunuz... Üstteki satırlarda da ifade ettiğim üzere tişörtlerle bir alıp veremediğim yok. Tişörtlerle birlikte hayatımıza giren bir başka şey var, meselem orada başlıyor. Neden sözediyorum? Tişörtlerin üzerindeki çeşitli yazı ve desenlerden, bütün bunlardan sinsice ortalığa yayılan, vurkaç taktiğiyle zihinlere işleyen kimi tekinsiz kültürel cereyan ve sloganlardan... Bu türden kontrolsüz söz kalıplarının, felsefe tabletlerinin, postmodern aforizma kırıntılarının, popüler kültür tekerlemelerinin reklamlar üzerinden toplumların başına nasıl belalar açtığına dikkat çeken çok sayıda yayın var. Bu köşede zaman zaman ben de kalemim döndüğünce bu meselelere değiniyorum. Ancak benzer türedi tema ve sloganların tişörtler üzerinden toplumsal algıya nüfuz etmesinin üstünde pek o kadar durulmuyor.
Bunun birkaç sebebi var. Birincisi, tişört dendiğinde herkesin aklına tekstil sektörü ya da giyim kuşam endüstrisi geliyor. Hal böyle olunca; moda kavramı çevresinde üretilen tartışmalar dışında bu üretim alanının zihinlere etki edecek bir yönü bulunabileceği akla gelmiyor. Oysa bir ürün olarak tekstil sektörüne ya da giyim kuşam endüstrisine ait olan sadece tişörtün kendisi, üzerindeki ifade, slogan ya da desen değil... İşin o kısmı tamamen zihinlerle ilgili, kültürle ve iletişim ile bağlantılı...
Konunun uzmanları yaşadığımız görsel kargaşa çağında filmlerin, fotoğrafların, grafiklerin ya da buna benzer başka görselliği olan materyallerin farkında olmasak da zihnimizde anlam çizikleri oluşturduğunu söylüyorlar. Bu uzmanlara göre bu görsel taarruzların zihnimizi etkilemek için ille de saatlere, dakikalara ihtiyacı olmuyor. Bazen tabiri caizse görüyoruz, gözlerimiz gördüğünün farkına varmıyor, ancak bu durum birçok kez tekrar ettiğinde zihnimizde dikkatimizden kaçırılmış kontrolsüz algılar oluşuyor. David Fincher'ın Chuck Palahniuk'un aynı adlı romanından uyarladığı "Dövüş Kulübü" isimli kült filmini izlemiş olanlara, bu konu tanıdık gelecektir.
Konu hayatlarımızı esastan etkileyebilecek kadar önemli bir konu aslında. Etki alanı sadece tişörtlerle de sınırlı değil elbette... Yeni oyuncak kültüründen müzik kliplerine, logo üretimlerinden zihin kontrol mekanizmalarına kadar uçsuz bucaksız diyebileceğimiz genişlikte bir etki alanıyla üzerimize gelmekte olan zihin deformasyon kolordularıyla karşı karşıyayız. Sadece biz değil, çocuklarımız da... Üstelik biz bunun farkında değiliz, dolayısıyla hazırlıksızız, dolayısıyla da savunmasızız. Çoğu zaman giydiğimiz tişörtün üstünde ne yazdığıyla, neden yazdığıyla, neyle dalga geçtiğiyle, neye saldırdığıyla ve bunun bizim insanlığımızla ne kadar uyuştuğuyla hiç ilgili değiliz. Daha ziyade sadece üstümüzde nasıl durduğuna takıyoruz kafamızı.
Bu neye benziyor biliyor musunuz: Üstüne gökyüzünden fil düşmekte olan bir adama! Ne ilgisi var? Çünkü o gökyüzünden fil düşeceğine asla inanmazdı ve tişörtünde şöyle yazıyordu: Don't panic!"
(Yeni Şafak)