Sağ-Muhafazakar Konformizmin Zincirlerini Kırmak
İnsani-ahlaki-vicdani anlamların-değerlerin yerini, ideolojik/ırkçı/milliyetçi/mezhepçi/hizipçi/kabileci değerlerin-algıların aldığı karmakarışık bir dönem ve dünya tablosu ile karşı karşıya bulunuyoruz. Böyle bir dünyada herkes, hakikati kendi ideolojisine, ırkına, mezhebine göre tanımlıyor. Hangi toplumda olursa olsun, İslam toplumlarında da, bugün, iktidara ulaşmak, iktidara sahip olabilmek için, bütün oportünizmler mubah sayılabiliyor, ahlaki değerlere hizmet etmek yerine oportünizmlerin hizmetine girmek öncelikli hale geliyor.
Günümüzde İslam ülkeleri, etnik-mezhepçi-kabileci karşıtlıkları güçlendirerek, İslami dayanışmayı reddediyor. Müslüman halklar olarak çok ağır var oluş koşullarıyla kuşatıldığımız halde, İslami dayanışmayı reddettiğimiz için, bu ağır koşullara katlanıyoruz. Müslüman ülkeler arasındaki bencil karşıtlıklar/çatışmalar/gerilimler, İsrail’i çok mutlu ediyor. Nihilizm, iktidarı, iktidarları sürdürebilmek için, her tür pragmatizmi, her tür oportünizmi meşrulaştırmakla başlıyor.
İslam toplumlarında, kitleler, devlet ideolojisi doğrultusunda propaganda/manipülasyon ve reklama maruz kaldıkları için, enformasyon çarpıklığına-kirliliğine ve dijital bağımlılığa maruz kaldığı için, tüketim baskısına maruz kaldığı için, İslami bütünü temsil liyakatini/iradesini bütünüyle kaybetmiştir. Müslüman halklar, İslam’ı, İslam’ın tanımladığı temel ilkeler-ölçütler zemininde isteme hakkına sahip değildir. Müslüman halklar, İslam’ı, ancak, seküler otoritenin, ulus-devletin, milliyetçi otoritenin, mezhepçi otoritenin, tanımladığı-belirlediği sınırlar içerisinde isteyebilirler.
İslami otorite ve meşruiyetin kamusal bağlamda tanınmadığı toplumlarda, mezhepçi meşruiyet temelinde utanç verici karşıtlıkların imal-icat edilebildiği bir dönemde, İslami anlamda iyimser olabilmek için hiçbir ciddi neden olmadığını görmek ve anlamak gerekiyor. Hepimizi kuşatan ilkelliği ve bağnazlığı görmüyormuş gibi yaparak, ucuz karşıtlıkların işaret ettiği bilinç bunalımına kayıtsız kalamayız. Ahlaki nitelik ve bilgeliği çoğaltarak, ahlaki bilgelik üzerinde yoğunlaşarak bu ilkelliklerle mücadele edebilmeliyiz. Milliyetçi-mezhepçi-kabileci bağnazlıkları normalleştirerek, İslami bütünü ve bütünlüğü savunamamak, temsil edememek, korkunç bir zihniyet sapması içerisinde bulunduğumuzu gösterir.
Evrensel İslami ufkun, bilincin, mücadelenin bir yığın yerel putperestliğin tehdidi altında bulunduğunu kaydetmek önemlidir. Yerel putperestliklere, bağnazlıklara HAYIR diyebilme yeteneğini kaybetmek, İslami-ahlaki-vicdani anlam kaybıyla ilgilidir. İslami bütüne, bütünlüğe bağlı olmak, bizleri, birbirimize bağlayan en büyük, en anlamlı, en derin ve en etkili bir bağ iken, küçük-bencil-narsist parçalara kapanarak, birbirimizden ayrılmak birbirimize yabancılaşmak normal bir durum sayılamaz.
Sağ-muhafazakar-yerli-milli-batıni konformizmin zincirlerini kıramayan, bu konformist diktatörlüğün sınırlarını aşamayan bir toplum ve kültür, İslam’ı doğru-bütüncül anlayamaz, doğru-bütüncül yorumlayamaz, konuşamaz, İslami mücadele veremez ve İslami özgürlüklere sahip olamaz. Sözünü ettiğimiz konformizm, toplumları ve kültürleri sabitleyen entelektüel/düşünsel bir kötürümlük oluşturur. Entelektüel/düşünsel kötürümlüğe maruz kalan bir kültür geleceğin nabzını tutamaz. Bugün, islam toplumlarında, sağ-muhafazakar-yerli-milli-batıni konformizmi-statükoyu aşarak, İslam’ın evrensel özgürlüğünü aşarak, İslam’ın evrensel özgürlüğünü ve meşruiyetini gerçekleştirmek üzere sistemik hiçbir çalışma yapılmadığını, düşünce-kültür-ilahiyat-edebiyat hayatının böyle bir gündemi olmadığını bilmek, İslami anlamda nerede durduğumuzu, nereye gittiğimizi bilmek açısından büyük bir önem taşıyor.
Sağ-muhafazakar-yerli-milli ve batıni konformizme maruz kalan bir algı-bilinç ve zihin dünyası, evrensel bir düşünür ve filozof yetiştiremiyor. Evrensel/radikal düşünürler/filozoflar yetiştiremediğimiz için bugün, toplumlarımız ve kültür hayatımız, batılı ideolojik/mitolojik/ırkçı/narsist bir dil ve söylemin sınırları içerisinde hapsedilmiş bulunuyor. Bu dil/söylem, sömürgeleştirici sistematik bir tahakküm oluşturuyor. Modernitenin barbarlığın uygarlaştırılmış biçimi olduğunu, araçsal akılcılığın mekanik bir taşlaşmaya neden olduğunu gereği gibi anlayabilmiş değiliz. Sağ-muhafazakar-yerli-milli-batıni konformizmin-statükonun belirleyici olduğu bir zihin dünyası, yaşayarak gördüğümüz üzere, her zaman stratejik, entelektüel ve kültürel bir miyopluk oluşturuyor, bütünü ve bütünlüğü göremiyor. Bu tür bir konformizme kapanmak, bu tür bir konformizme meşruiyet ve kutsallık kazandırmak, her durumda dar görüşlülük ve basiretsizlikle sonuçlanıyor. Bu tür bir konformizm İslami otorite ve meşruiyeti, toplumsal-kamusal İslami sorumlulukları, yabancılaşmaları dikkate almıyor, batını tercihlere, içsel-özel dindarlık biçimlerine öncelik tanıyor.
İslami anlamda yeni tahayyül te tasavvur alanları oluşturmak, içerisine hapsedildiğimiz statükonun sınırlarını aşarak, statükonun dokunulmaz kıldığı çerçeveleri sorgulayarak, bu çerçeveleri geçersiz kılarak mümkün olabilir. İçerisinde hapsedildiğimiz statüko ve konformizm, Müslümanları, bilinç özürlü bir topluluğa, bilinç cahili topluluklara dönüştürüyor. İslam toplumlarında, halk dindarlığı-popülist dindarlık, siyasal iktidarlar tarafından istenildiği anda, istenilen şekilde, kolaylıklı araçsallaştırılabildiği için, bu toplumlarda bilinçli bir muhalefet hareketi, eleştirel bir düşünce hareketi ortaya çıkmıyor. Toplumlarımızda siyasal iktidarlar, eleştirelliği de içerdiği için, kent kültürünü, kent kültürü temelinde şekillenen bilinçli din algısını dışlıyor.
Günümüz dünyasında Müslüman halklar, emperyalist hegemonya-kuşatma-kıyım-kırım karşısında, hayatta kalma, sağ kalma kaygıları dışında hiçbir şey düşünemeyecek, hiçbir şey üretemeyecek, hiçbir şeyle ilgilenemeyecek bir noktaya mahkum edilmiş bulunuyor. Bu ağır mahkumiyete rağmen, siyasal iktidarlar, halkların siyasal bilince uyanmalarını sağlayabilecek bir ortam hazırlamak yerine, İslami-hukuki kurallara, dünyaya/tarihe karşı kayıtsız, mistik-batıni dindarlık biçimlerini-batıni kimi maskaralıkları bütün imkanlarıyla destekliyor. Bağımsızlıklarını tamamlayamayan İslam dünyası ülkelerinin emperyalist çıkarların basit araçları haline gelmiş olmaları bugün kaçınılması güç bir kader haline gelmiştir. Sağ-muhafazakar-yerli-milli-batıni konformizme mahkum olan toplumlar, bağımsızlıklarını nasıl kazanabileceklerini konuşmaya cesaret edemezler. Bunun için her şeyden önce entelektüel bağımsızlığın dokunulmazlığına sahip olmamız gerekir. Aklı-bilinci edilgin kılan, edilginliği mutlaklaştıran bir gelenek, hiçbir surette entelektüel bağımsızlığa sahip olamaz.
Araçsal aklın diktatörlüğü, çıkarlar tarafından yönetilen bir dünya, tarih, toplum ve siyaset yaklaşımı oluşturdu. Bu yaklaşım, üstün güç yasası haline geldi. Böyle bir dünyada, çıkarların hakim olduğu br dünyada, İslami paradigmaları özgürleştirerek, bunları pratik hayata kazandırarak bir direniş oluşturulabilirdi. Ancak, sözünü ettiğimiz konformist edilginlik, bugün için paradigmatik bir özgürlüğe hayat hakkı tanımıyor. Konformist edilginlik akıntıya karşı değil, akıntıyla birlikte sürüklenmeyi dayatıyor. Bu nedenle radikal bir değişim ve dönüşümün imkanları üzerinde konuşamıyoruz.
Entelektüel özgürlüğün ve üretkenliğin dokunulmazlığını tanımayan her konformizm, hayatı bütünüyle çölleştirir. Geçmişi tekrar ederek, taklit ederek, geçmişi yorumlayarak var olmaya çalışan dini bir yaklaşım biçimi ile bir perspektif, ufuk, bilinç genişlemesi, zenginliği ve açılımı sağlanamaz. Yeni sömürgeciliğin, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya’yı yok ettiği bir dönemde, insani/ahlaki anlamda, evrensel ideallerin, tasarıların, ütopyaların büyük ideolojik yalanlar olduğunu hatırlayarak, bir bilinç tarihi başlatmamız gerekir. İnsanlığa karşı savaşan bir dünyada ‘insan hakları’ndan söz etmek kadar büyük bir yanılsama olamaz. Geçmişin eleştirel okunması, değerlendirilmesi ve yorumlanması gerekirken, geçmişi kutsallaştırmak, geçmişin bütün yanlışlarını, çarpıklıklarını, sapkınlıklarını sahiplenmek anlamı taşır. Müslümanların hakikatin yanında değil, çıkarlarının yanında hizalanmaları, çok derin bir yabancılaşmayla iç içe yaşadığımızı gösterir.
İslam toplumlarında, bugün, hizipçilik bir kanser gibi yayılıyor. Hizipçilik, ufuksuzluğun sefaletini yansıtıyor. Hiçbir hizipçiliğin insanlık durumunu bütünüyle idrak edemeyeceğini, zaman ve mekanı aşamayacağını bilmek, anlamak gerekir. Yenilgilerle yüzleşmemek, yeni yenilgilere doğru savrulmak demektir. Eleştirel aklın, muhakemenin, duruşun yok edildiği toplumlarımızda bugün, keyfilikler kol geziyor. Çıkar ve iktidar alanlarına yönelik toplu göçler, Müslümanları bilinç ve umut alanlarına yabancılaştırıyor.
Vicdani yükümlülüklerden, hassasiyetlerden ve sorumluluklardan müstağni bir dünyada yaşıyoruz. Egoizmlerimiz, benmerkezciliklerimiz, kavim ve mezhep merkezciliklerimiz, hepimizi ortak kader bilincinden ve ahlakından bütünüyle uzaklaştırıyor. Hepimiz-herkes, kendi kaderi ile başbaşa kalan bir varoluş tarzı sergiliyor. Hayatlarımızı, gündelik pragmatizmlere, oportünizmlere göre şekillendirdiğimiz için, her gün değişen, her an değişen doğrularımız var. Doğrular, çıkarlara ve iktidara göre belirleniyor. İktidar ve çıkar ihtirasları bütün kirli araçları, meşru olmayan yöntemleri, ilişkileri meşrulaştırıyor.
Hangi toplumda ve hangi kültürde olursa olsun, statüko ve konformizm sahte ve aldatıcı umutlar üreterek otoritesini sürdürür. Statükoya mahkum olmak, her durumda, her ne olursa olsun, hep beklemeyi gerektirir. Gerçek umutları, ancak, statükoyu ve konformizmi aşma iradesi gösterdiğimizde konuşabiliriz. Statükonun ve konformizmin zincirleri, bilinç kirlenmesine, bilincin durdurulmasına/engellenmesine, hareketsiz kılınmasına, ipotek altına alınmasına neden olur. Konformizmin neden olduğu kayıtsızlıklar nedeniyle, hiçbir zaman hakikate ulaşamayız. Konformist bir kültürden düşünce savaşçısı çıktığı görülmemiş ve duyulmamıştır. Bu tür bir bünye, gerçekleri öğrenmeye/bilmeye hazır değildir.
Günümüz dünyasında, bir yanda Batılı ırkçı /sömürgeci/narsist dil/söylem, eleştirel düşünceyi imkansız kılarken, bir diğer yanda da, İslam toplumlarında konformist-statükocu dil eleştirel düşünceyi imkansız kılıyor. Sömürgeci narsist dil tahakkümünü eksiksiz sürdürürken, bugün, bütün toplumlar aynı anda ‘demokratik çoğulculuk’ üstüne propaganda masalları dinlemeye devam ediyor. Umudun sorumluluğunu üstlenmek için, İslami bütünlük ve hakikat bilincini onurla temsil etmemiz gerekir. Bir amaç sahibi olmaları gerekirken, bir araç sahibi olmaya doğru sürüklenenlerle birlikte yürünemez. Hayatlarını bir araç/çıkar sahibi olmaya adayanlarla, vicdani sorumluluklar paylaşılamaz. Ahlaki özgürlüklerine titizlikle sahip olanlar, ne pahasına olursa olsun bilincin ve bağımsızlığın hizmetinde olurlar. Çıkar ve iktidar ihtirasları adına bütün anlamların, ilke ve değerlerin araçsallaştırılması, bütün umutların yok edilmesi demektir. Bütüncül bir kişilik ve karakter, bütüncül samimiyet ve bütüncül sorumlulukla birlikte var olur.
Bugün, her toplumda olduğu gibi, İslam toplumlarında da, hayatın merkezinde çıkar mülahazaları ve mücadeleleri var. Müslümanların iktidar ayrıcalıklarından yararlanabilmek için, gündelik pragmatizmi ve oportünizmi normalleştirmeleri, meşrulaştırmaları, kendi kendilerini değersizleştirdiği gibi, İslami ahlakı da değersizleştiriyor. Günümüzde, çıkar ve güç mülahazalarını, mücadelelerini engelleyebilecek insani idealler hayatımızdan çekiliyor. Korkutarak siyaset yapmak sıradanlaşıyor, siyaset ahlaki eleştiri kabul etmiyor. Güç siyaseti, muhalif ve eleştirel kesimlere insan muamelesi değil, nesne muamelesi yapıyor. (islamianaliz)