Bilincin gücüyle gerçekliği değiştirebiliriz
"İslami varoluşun, ideallerin, tercihlerin, ilke ve değerlerin, kâr-zarar hesaplarının konusu olmayacağını, bu ideallerin pazarlık konusu yapılamayacağını bilmek ve anlamak gerekir."
Günümüz dünyasında insanlık, tarihsel olayların, tahakküm politikalarının ve ihtiraslarının, değişimlerin ve gelişmelerin insafına terkedilen bir dünya haline geldi. Bu durum, insanlığın iradesizlik ve hiçlik’le de karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor. Sağ ya da sol bütün ideolojilerin bir maske olarak kullanıldığı halen gereği kadar fark edilebilmiş değildir. İnsanlığın zihin dünyasını baskılayan baskıcı mit’ler ve ideolojik körlükler sebebiyle insanlık, kendilerine dayatılan tekbiçimliliğe karşı direnemiyor, yine aynı nedenlerle dünyanın nasıl zalim bir yer haline geldiğini, gelebildiğini tartışamıyor.
Ahlaki temelden ve kaygılardan yoksun modern düşünceler, burjuva lüksü olan felsefeler içerikleri/mahiyetleriyle ilgili eleştirel değerlendirmelere tabi tutulamadığı için bugün de belirleyici etkilerini sürdürüyor. Bugün, zihinlerimizin hangi ölçüde kendi kontrolümüz altında olduğunu bilmiyoruz.
İnternet bağımlılığı, bizim irademiz dışında, kendi tercihlerimize rağmen bizlere vaziyet eden farklı bir bağlam oluşturuyor. Özgürlük, demokrasi, insan hakları vb. gibi dokunulmaz kılınan kavramların özellikle İslam dünyası toplumlarında ne anlama geldiği, bir ihtiyaca cevap verip vermediğini bilmiyorum. Hiçbir şiddet’in, terörün ve kötülüğün, sömürgeciliğin gaddarlığından daha korkunç olmadığını yüksek sesle söyleyemiyoruz. Özgürlük, insan hakları ve demokrasi söylemi/dili, sömürgeciliğin gaddarlıklarıyla ilgilenmiyor.
Bütün toplumlarda, İslam toplumlarında da hayati sorunlar ve sorumluluklar önceliğini bütünüyle kaybetmişler. İslami temelden, kesinlikten, mutlak’tan yoksun, sahici olmayan varoluş tarzları sıradanlaşıyor. İslam merkezli bir hayatın mümkün olabileceğini kanıtlayabilmek için aklımızı ve kalbimizi bütün yoğunluklarıyla, işlevleriyle birlikte kullanmaktan hiçbir suretle vazgeçmemeliyiz. Ancak bugün, kontrolsüz bir şekilde kâr peşinde koşan, iktidar ayrıcalıkları/avantajları peşinde koşan, anlam alanlarından uzaklaşarak kendilerini çıkar alanlarında konumlandıranların niceliksek tercihleri sebebiyle kalbimiz kapanıyor; bu nedenle de İslamı gündelik hayatımıza dahil edemiyoruz.
Hemen her dönemde tercihlerini statüko ve iktidar yönünde yapan İslami bünyenin ciddi sorunları olduğunu kabul etmek gerekir. Yine her dönemde, her düzen, bir şekilde kendi aşırılıklarını ve haksızlıklarını oluşturuyor, oluşturabiliyor. Bağımsız düşünmeye hayat hakkı tanımayan, geleneksek sadakat anlayışı sebebiyle toplumlarımız çok şey kaybettiler. Bugün de Müslümanlar olarak, konjonktürel tercihlerimiz sebebiyle, İslam ideallerimizden ödünler vermeye devam ediyoruz.
İslam dünyası toplumlarında, ulus-devlet realizmleri temelinde şekillenen milliyetçi dayatmalar sebebiyle, İslamın imkânlarını, İslami tahayyül ve tasavvurları hayata geçiremiyoruz. İslamın imkânlarını hayata geçirmek üzere Müslümanlar olarak, ortak bir mücadele yürütmediğimiz için, umut kaynaklarına yabancılaşıyoruz. Bugün, aziz İslam’ın kaynaklarını kullanabiliyor, İslamın imkânlarına inanıyor ve bu imkanlara saygı duyuyor olsaydık, gerçeklik çok daha farklı olacak, çok daha güçlü olacaktık. Ulus-devlet realizmleri sebebiyle sınırlandırıldığımız için hepimiz çok daha güçsüzüz.
İslami varoluşun, ideallerin, tercihlerin, ilke ve değerlerin, kâr-zarar hesaplarının konusu olmayacağını, bu ideallerin pazarlık konusu yapılamayacağını bilmek ve anlamak gerekir.
İslam dünyası toplumlarında gerçekliğin ve değişimin yönünü ortak bilinç, ortak sorumluluk ve ortak umut’lar belirleyecek. Bunun için, gerçekliği etkileyebilecek, ikna edici, nitelikli bir duyarlık/dil oluşturmamız gerekiyor. Hamasetin diliyle, yoğunluğuyla, insanlık tarihinde hiçbir mücadelenin kazanılmadığını, kazanılamayacağını idrak edebilmeliyiz. Hamasetle büyülenen bir gelenekle malûl bulunduğumuz için gerçek dünyanın farkına varmıyoruz. Gerçek dünyanın farkına varmadığımızda, gerçek sorumluluklar almaya başlayacağız.
Genç kuşaklar hayatın geleceği doğru yaşandığını hatırlayarak, kendilerini geçmişe göre değil, geleceğe doğru hazırlamalılar. Eski kuşak yazarları okurken, onları efsanevileştirmek yerine, hakkaniyet duyguları içerisinde kalarak, eleştirel bir dikkatle okuyabilmeliyiz. Eski kuşak yazarların, kendi dönemlerinden kaynaklanan zaaflarıyla ilgili eleştirel değerlendirmeler yapmadığımız için, bu zaafları bugün, bir erdemmiş gibi sahipleniyoruz.
Olaylara ve şartlara göre konum belirlemek, bizleri olduğumuz kişiler olmaktan çıkarıyor. Kişilik sahibi Müslümanlara yakışan, her dönemde her şartta büyük bir ahlaki sınavdan geçiyor gibi bir tavır/tarz sahibi olmaktır. Şartlar ne olursa olsun İslami kimliğimizi çok güçlü ve çok vakur bir biçimde temsil yükümlülüğümüz var.
Kişiye, kendisi olması, kendisi kalması, kendisini gerçekleştirmesi imkânı tanımayan taklit’e dayalı bir gelenek hiçbir şekilde sürdürülemez, savunulamaz ve meşrulaştırılamaz. Taklit yoluyla soylu/derin inançlara, soylu/derin düşüncelere asla ulaşılamaz. Kendisi olmayı, kendisini gerçekleştirmeyi başaramayan varoluşlar, sahte varoluşlardır. İnsani varoluşun geçici ve sonlu olduğunun idrakine vardığımızda, hayatımız anlam ve bilgelik kazanır.
İslami anlamda nihai tercihte bulunmuşsak eğer, nihai amaçlarımız ve dava’mız varsa eğer, bu tercihler, amaçlar ve dava doğrultusunda risk alabilmeliyiz. Hiçbir alanda hiçbir şekilde bencil ihtiraslarımız olmamalı, sorumluluk içerisinde yürüteceğimiz amaçlarımız olmalı. Her tür iktidar, -politik, ekonomik, bürokratik- ayrıcalığına sahip olabilmek için, İslami ilkelerimize ihanet etmemeliyiz.
İslami ilgi, nostaljik ve romantik hassasiyetlerle ve protokollerle sınırlandırılamaz. Her tür yozlaşmanın ve bayağılaşmanın aşırı boyutlar kazandığı bir dönemde, gerçeklere tanıklık etmeyen, gerçekleri dile getirmeyenler haysiyetlerini koruyamazlar. Kişinin kendi sınırlarının ve bildiği şeylerin farkında olması gerekir. Gerektiğinde kendimizi de eleştirel değerlendirmelere tabi tutabilmeliyiz.
Kendimizi eleştirel değerlendirmelere tabi tutmadığımız için şimdi, hepimiz sağcı-popülist-milliyetçi statükoya eklemlenmiş bulunuyoruz. Statükoya eklemlenmek sorumluluk almaktan, risk almaktan kaçmaktır. Statükoya eklemlenmek, inançlarımızı, ilke ve değerlerimizi gerçek anlamda yaşayamamak anlamı taşır.
Hangi şartlarla kuşatılmış olursak olalım, fiziksel gücün baskılarına, bilincin gücüyle en güzel şekilde cevap verilebileceğini hatırımızdan çıkarmamalıyız.