'Önce PKK ile Hizbullah Barışmalı'
Diyarbakır'da HDP/PKK'nin çağrısı üzerine PKK'li çetelerce düzenlenen saldırılar sonrası olası bir PKK-Hizbullah çatışmasının çıkmaması için oluşturulan arabulucu heyetinde yer alan Mazlum-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdurrahim Ay, bölgeyi kan gölüne dönderecek çatışmanın çıkmasını önlemek için, PKK ile Hizbullah Cemaati'nin barıştırılması gerektiğinin altını çizdi.
Güneydoğu Güncel gazetesinden Mehmet Kayahan'ın Abdurrahim Ay ile yaptığı röportajı sizlerle paylaşıyoruz.
"Diyarbakır’da 3 gün boyunca yaşanan olaylardaki ölümler nedeniyle, sivil toplum örgütleri, HÜDA-PAR ve DTK arasında arabulucu oldu. Mazlum-Der, İnsan Hakları Derneği (İHD), Diyarbakır Barosu, Azadi İnisiyatifi, Ayder, Dicle Fırat Diyalog Grubu, Diyanet-Sen ve Özgür-Der’ den oluşan heyet görüşmelere devam ediyor. Heyette yer alan Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Abdurrahim Ay, bu haftaki pazartesi sohbetlerimizin konuğu oldu.
-Kobani gerekçe gösterilerek, Türkiye’de büyük olaylar yaşandı. İş yerleri yakıldı. Çok sayıda kişi öldürüldü. Bu olayların çıkma sebebi neydi?
Sadece birkaç günlük olay olarak düşünülmemesi gerekiyor. Birikmiş bir gazın patlaması gibidir. Bunun birçok nedeni var. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Kürtlerle, sorunlu ilişki tarzı var. İnkar, asimilasyon politikalarından, bugüne kadar geldik. Kürtler, değişik etnik yapılar, dinsel gruplar, farklı kesimler zararlar gördü. Devlet, Kürtlerle sorunları düzeltmeye başlarken, sınırın ötesindeki Kürtler ile hala sorunlu bir ilişki tarzı var. Güney Kürdistan’daki, Kürtleri aşiret lideri olarak gören, küçümseyen, kale almayan anlayış vardı. ÖSO ile işbirliği yapmadı diye mahkum edilen Rojava Kürtleri var. Orada PYD var. PYD’nin kendi bölgesinde, kendi muhalifleri içinde uyguladığı baskılar ve onlara yapılan zulümleri bir yana bırakırsak. ÖSO ile beraber hareket etmemesini ben anlaşılır buluyorum. Muhaliflerle yapılan toplantıda, Esed’e karşı savaşması karşılığında neler verileceği söylemine bir cevap alamadığını biliyoruz. Savaşmadan, Esed’in çekildiği bölgelerde yönetim sahibi oldu. Statü sahibi oldu. Esed ile savaşmadığı için, işbirliği yaptığı suçlaması söz konusudur. Öte yandan ÖSO’nun devlet tarafından silahlandırıldığı ve ciddi lojistik destek verildiğini biliyoruz. IŞİD Kobani’ye doğru yönelince, Türkiye’nin IŞİD’e yardım ettiği iddiaları vardı. 49 rehine olayının bitimine kadar terör örgütü bile demediler. Rehineler elinde olduğu için böyle davrandığı ifade edildi. Bunun çokta geçerli bir savunma olmadığını, PKK’nin Türkiye içerisinde kaçırdığı insanları elinde tutarken, devletin kullandığı karşıt dilden bunların böyle olmadığını biliyoruz. Kobani ateş altındayken sabırlı olmasını kimsenin beklememesi gerekiyor. Bunun tersine devletin hükümetin yetkilileri bu durumla dalga geçer gibi “Kobani çözüm sürecinden ayrıdır, IŞİD ile PKK birdir. Kobani düştü düşecek” söylemleri, Kürtlerin hassasiyetini ve öfkesini yükselten bir neden oldu.
-Yaşanan olaylarda sorumluluk kimdedir?
-Ben bu olaylarda hem HDP’nin, hem PKK’nin sorumlu olduğunu düşünüyorum. Az önce saydığımı, PKK tarafından HÜDA-PAR’a karşı gerçekleştirilen eylemler, hem de zaman zaman iki tarafında, özellikle HDP tarafının şiddeti besleyen haberleri, yorumları, Hizbullah’a karşı bir karşıtlık algısını, tabanda oluşturdu. Diyarbakır’da son yaşanan olaylar kaosa ve provokasyona açık bir ortamdı. Dolayısıyla farklı elin devreye girdiği ve insanlara sardırmadığını söylemek mümkün değil. Bu noktada sorumluluk HDP’dedir. Bir çağrı yaparsanız, bir sınır çizemezseniz, kontrol dışı güçler varsa, böyle bir ortam varsa, insanları sokağa davet etmemeniz gerekmektedir. Eyleme bir çerçeve çizilmesi gerekiyor. Bunun dışında mesela, Nevroz alanında 1 milyon kişi toplayabilirdiler. Oturma eylemi, dönüşümlü açlık grevi yapılabilirdi. Bu tarz eylemler daha etkili olabilirdi. Sağlıklı yönetilemediği kanaatindeyim, bundan dolayı 40 insan hayatını kaybetti. Bunun dışında ciddi mağduriyetler oluştu. Ölümlerin meydana geliş tarzı düşünüldüğünde, insanların kovalanarak binalardan atılması, üzerinden araçla geçilmesi, kafalarının kaşla ezilmesi, yakılması cinnet haline işaret ediyor. Buda iki tarafında tabanlarına dönük, ne kadar sağlıksız bir bilinçlendirme ve algı içerisinde olduğunu gösteriyor.
-Bu eylemler sadece Kobani için mi Yapıldı?
Eylemlerden dolayı ciddi bir kaos ortamı oluştu. Sadece Diyarbakır değil, birçok ilde eylem yapıldı. Yüz binler sokağa dökülmüşken, bunları kontrollü bir şekilde tutmak mümkün değil. İnsan psikolojisi öyle bir şey ki her şeyi yapacak bir potansiyel var. Türkiye’de derin yapılar tamamen tasfiye oldu demek çok kolay değil. Öte yandan hükümet ile hesabını bitirmemiş bir cemaat var. Hizbullah ve PKK çatışması var. Nitekim Bingöl’de saldırı oldu. 1 emniyet müdür yardımcısı ve başkomiser hayatını kaybetti. Ama PKK bunu üstlenmedi. Yapmadıklarını söyledi. Adana’da Azadiya Welat Gazetesi muhabiri öldürüldü. Bunu da üstlenen yok. Bu tarz karanlık eylemler var. Bunların eylemler sırasında gerçekleşmiş olması mümkün.
-Bu olaylarda karanlık odaklar devreye girdi mi?
-Bunu net bir şekilde söylemek mümkün değil. Kaos ortamından herkes kendi menfaatleri doğrultusunda faydalanmış olabilir.
-Son olaylar sürece ne kadar zarar verdi?
-Buna dışarıdan bakmak lazım. İl dışından görüştüğüm arkadaşlarım, Türkiye kamuoyunda olumsuz bakışın oluştuğunu söylediler. Kobani meselesine, sürece ciddi bir destek varken, oradaki insanları süreç öncesi bakışa, algıya geri döndürdüklerini söylediler. Bu noktada ciddi bir zarar verdiğini söyleyebiliriz. Kürtlerin çoğunluğu talep noktasında ortaklaşmışlar. Anadilde eğitim mesela bölgede hiçbir yapı tarafından olmasın diye bir şey değildi. Talep ediliyordu. IŞİD’e karşı da ciddi bir duyarlılık vardı. STK’lar eylem yaparak karşı çıktı. Rojava ve Kobani için ciddi bir duyarlılık vardı. Sahiplenmesi desteklenmesi noktasında eylemler yapmışlardı. Bunu zayıflatan bir neden olarak değerlendirebiliriz. Son yaşadığımız olaylar, PKK ve Hizbullah arasında gerçekleşen bir olaydı. Devlete karşı bir şey olduğunu düşünmüyorum. Devlet kendisi açısından bazı tedbirleri almaya çalışıyor ama Lice’de 2 haftaya yakın yol kapalı kaldı. Kaymakam kaçırıldı. Uzman çavuş kaçırıldı. Sağlık görevlileri kaçırıldı. Birkaç askere saldırı oldu. Ölümler oldu. Ama çözüm süreci yara almadı. Bu olaylarda da yara almadığını düşünüyorum. Gelen açıklamalar bunu gösteriyor. Ama hızlı adımlar atılması gerekiyor. Batıdaki algıyı düzelten akil adamlardı. İllerde ve ilçelerde gezerek, halktan birebir görüş alıp, halka görüşlerini aktarmaları bu konuda etkili olmuştu. Önemli olmuştu. Bunun benzeri bir şey fayda sağlayacaktır.
-Çözüm süreciyle ilgili hangi adımları atılmalı?
-Anadilde ilgili seçmeli dersten ziyade belki üniversite son sınıfına kadara tamamen her dersi bu dilde alabilmesi, bununla ilgili yasal düzenlemeler sağlanması gerekiyor. İkincisi, koruculuk meselesi yıllardır hak ihlallerine neden oluyor. Buna rağmen bu müessese ayakta tutuluyor. Alımlar yapılıyor. Mevcut TCK, CMK, TMK’daki hak ve özgürlükleri engelleyen maddelerin değişmesi gerekiyor. Siyasi partiler kanununda sıkıntı ve anayasal sıkıntılar var. Bununla ilgili paket hazırlanıp değişmesi gerekiyor. Öcalan’ın rahat olabileceği bir ortam gerekiyor. Her zaman ondan bir not getirerek, eylemleri bitirme noktasında olmaması için daha sağlıklı ve duyarlı olunması gerekiyor. HDP’de bunun eksikliğini gördük. Siyasiler sorumlu davranmıyor.
“POLİS EKSİK KALDI”
-İnsan hakları derneği olarak, açıklama yaparken, çok sayıda polis hazır bulunurdu. Son günlerde gerçekleşen eylemlerde fazla polis görmedim. Sadece suyla müdahale, gaz bombalarıyla bir müdahale oldu. Bu noktada devletin olayları önleme yükümlülüğünü yerine getirmediğini düşünüyorum. Devlet sorumludur. Görevini yerine getirmedi.
-Hizbullah ve PKK tekrar neden karşı karşıya getirilmek istendi?
-İçerideki Kürtlerin bu durumu, hem yıllarca yaşananlar, hem Türkiye’nin Suriye ile ilgili politikası ve Hizbullahla geçmişte yaşanmışlıklar, Kürtleri belli bir seviye getirmişti. En son insanlar sokağa çıktı. İslami camia kendi tabanına, evlerine gidip, kimseyle karşı karşıya gelmemeleri konusunda talimat vermişti. Yapılan saldırılarda kendilerini korurken, birçok HÜDA-PAR’lı öldürüldü. Hem şahıslarına, işyerlerine ve kurumlarına yapılan saldırılar daha yoğunluktaydı. En ufak bir olayda iki taraf karşı karşıya geliyor. Olaylarda genellikle HÜDA-PAR’ın kurumlarına saldırı gerçekleştiği söz konusu. Ama bunu PKK veya HDP yaptı demekte doğru değil. Ancak faillerin, mağdurların ifadeleri alındıktan sonra bir kanaate varılabilir.
-En küçük olayda bile bu tür olaylar yaşanıyor. Neden?
-Hizbullah meselesinde kapanmayan bir defter var. Bir hesap var. 1990 ile 2000 yılları arasında yaşanan çatışmalarda iki taraftan da çok sayıda insan öldü. Arada sivillerde öldü. Yaşanan ölümlerde hesaplaşma, iki taraftan da bir öz eleştiri şimdiye kadar gelmemişti. En son Hizbullah’ın operasyona uğramasından sonra, biraz daha yer altına geçilmesiyle, silahları kullanmaktan vazgeçmesiyle, özellikle o süreçten günümüze kadar, HÜDA-PAR’ın kurulması, daha çok dernekleşmeye yönelmesi, sivil toplum aracılığıyla kendi faaliyetlerini icra etmeye çalışması devam ettirmesi, PKK’ya saldırması zaman zaman iki tarafı karşı karşıya getirdi. Sadece PKK tarafından değil. En küçük olayda bile HÜDA-PAR’a saldırılar oluyor. Kurumlarına sayısal olarak yapılan saldırılar 200’ün üzerinde. Bunların hepsini PKK ve PKK mensuplarının yaptığını söylemek mümkün değil. Yaşanan olaylar ve olaylara katılan kitlelerin hassasiyetleri dikkate alınarak, yüksek ihtimal olduğunu söylemek mümkün.
-Olayların büyümemesi için arabulucusunuz. İki taraf bir araya gelecek mi?
-Son yaşanan olaylarla duyduğumuz sorumluluk gereği, 1990 yıllardaki Hizbullah ve PKK çatışmalarına tekrar geri dönme ihtimali bulunduğu için sorumluluk alarak, diğer kurumlarla beraber heyet oluşturduk. Gerek valilik, gerek bakanlar nezdinde görüşmeler yaptık. HÜDA-PAR, DTK ve DBP nezdinde görüşmeler yaparak, iki tabanın sağduyu mesajları vermesi, olayların biran önce bitmesi, gerekli duyarlılığın gösterilmesi noktasında görüşmeler yaptık. İki tarafta görüşme noktasında irade var. Sıkıntılı süreç, iki tarafın sürekli barışa anlaşmaya varmasını istemeyecek güçler yapılar olacaktır. Belki vardır. Görüşmelerde iki tarafın iradesini yoklamak zorundaydık. İki tarafın tabanı olaylardan dolayı sinirli öfkeli, çok dolu olsa da, yöneticileri daha makul ve daha sağlıklı değerlendiriyor. Devam edecek olayların bölgeyi bir kaos ortamına dönüştüreceğini, 90’lı yıllara geri dönüşün olabileceğini, sayısız insanın bu şekilde vefat edebileceğini söylüyor. Bunun yanında görüşme iradesi var. İki tarafta irade olduğunu görünce, bunun detayları konusunda çalışmaya başladık. Görüşmeyle ilgili şartların olgunlaşmasını bekliyoruz.
-14 Kişi öldü. Ama bunlar için taziye kurulmadı. Kürt geleneğinde intikam anlamına geliyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Taziye çadırının kurulmamasını, bir intikam almak için kurulmadığını düşünmemek lazım. İşin bu boyutu var. Faillerin bulunması, mağduriyetin giderilmesine kadar da bir çadır kurulmuyor. Dolayısıyla illa karşı bir saldırı gerçekleşecek diye yorumlamamak gerekiyor. Yaptığımız görüşmeler, kamuoyuna yapılan açıklamalarda bir intikam almaktan söz edilmiyor. Tam tersine kendilerine saldırı olmadan, saldıran taraf olmayacaklarını, kendilerini savunacaklarını, kendilerinden başkalarına saldırı gerçekleşmemesini söylediklerini biliyoruz. Azadiya Welat muhabirine yapılan saldırı. Van’da HDP tabanına mensup birine ait olduğu iddia edilen iş yerine yapılan saldırı, kamuoyuna yansımayan 1-2 saldırı var. Bu süreç devam edene kadar da böyle olaylar gerçekleşebilir. Bu noktada tedirginiz. İki yıl önce yaşanan üniversite olayları, Kutlu Doğum Haftası’nda yaşanan olaylar. Son seçimden sonra PKK tarafından HÜDA-PAR tarafından birkaç aileye saldırı yapılmasından sonra, ciddi olarak irdelenmesi ve artık nihai bir çözüme kavuşturulması gerektiğini söyleyebilirim. Bizim bölgemizde, kan davalılar bir şekilde barıştırılmaya çalışılır. Ama bir taraftan birinin olmadığı zaman barış gerçekleşirse, o mensubundan dolayı barış henüz sağlanmamış demektir. Bu her zaman bir saldırı olma potansiyeli taşıyor. Hizbullah ve PKK meselesini böyle değerlendirmek gerekiyor. 90’lı yıllardan, açık bırakılan defter henüz kapatılmadı. Nihai bir barış sağlanmadığı için sürekli bir çatışma riski var. Bundan dolayı temelli bir çözüme gitmek lazım.
-Temelli çözüm nasıl sağlanır?
-Seydalarımızın, iki tarafında itibar edeceği, aydınlarımızın, insanlarımızın bir araya gelerek, iki taraftan da kişiler üst düzeyde bir araya gelmeli. Belli muhasebesi yapılır mı? Bilmiyorum. Bu tür konulara girmeden, belli bir çatışmasızlık hali, belli bir barış anlaşmasını ilan etmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bundan sonra herhangi oluşabilecek olay engellenebilir. İki tarafın iç örgütlerlerinde, en yüksek temsilcileri yurtdışında bulunuyor. Onların bir araya gelmesini sağlayacak bir girişim olması gerekiyor. Bizim girişimimiz bu noktada bir başlangıç yapmaktır. İki tarafından ölümlerin yaşanmaması için dikkatli olması gerekiyor." (Hürseda Haber)