İki Zulmün Arasında Bir Köy: Xatûnî
Asker ve koruculardan oluşan bir suç şebekesinin zulümlerinin hakim olduğu bir alan olmuştu Xatûnî köyü. 80'li yıllara dayanan bir İslami dava geçmişi olan Xatûni köyü, dindarlığının, İslami duruşunun ve İslami yaşantısının bedelini 6 ay arayla 8 civanmerdini şehit vererek ödeyecekti.
DİYARBAKIR - 9 Temmuz 1995 ve 7 şubat 1996 yıllarında 6 ay arayla, bölgeye musallat olan derin odaklar Xatuni köyüne de musallat olmuş, bölgede bulunan Prinçlik karakolu askerleri ile komşu köyün korucularının kendi aralarında oluşturduğu kanlı bir çete köy meydanında tüm insanların gözleri önünde yaşları 18 ila 70 arasında değişen ve tek suçları Müslüman olan insanları infaz ediyor, infaz ettikleri mazlum insanları Terör Örgütü üyesi diyerek basına servis ediyor ve bunun hesabını kimse soramıyordu.
Evden alınan ya da işkencede katledilen bir yakınını sormak isteyen ya da olayı yargıya taşımaya çalışan şahıs adeta kırmızı bülten ile aranan bir terörist olarak aranır duruma düşürülüyor, yada bölgede artık meşhur olmuş Xatûni işkencesinden layıkıyla payına düşeni almaktan kurtulamıyordu.
Tüm bu yaşana vahşeti o günün sıcaklığı ve dehşeti içerisinde gazetemize anlatan Katledilmiş Sadık Güngör'ün oğlu Mehmet Güngör, Babası ve kardeşi Bedirhan Güngör'ü katledenleri aradan geçen yıllar yılı unutmadıklarını ve halen kendilerini lanetle hatırladıklarını ifade etti.
Xatuni köyü İslami bir yolun yolcusu olmuştu
Sağkulak (Xatuni) köyünde korucularla askerlerin ortak vahşetinin doğurduğu mağduriyet ve işlenen cinayetlerin hesabının mutlaka sorulması gerektiğinin altını çizen Güngör, bu cinayetler ortaya çıkarılır ve failler yargılanırsa Diyarbakır bölgesine işlenen Faili Meçhul cinayetlerin bir çoğununda çözüleceğine inandığını belirtti.
Güngör, ''bölgede Müslüman halka karşı vuku bulacak bir çok çirkin senaryo öncelikle Xatuni köyü üzerinde denendi. Neticesi de çok acı oldu. 8 insan haksız yere katledildi. Bir çok insan mağdur edildi. Tabi bunun nedeni de belli idi. Bu saldırıların tek sebebi vardı. O da Xatuni köyünün İslami kimliği idi. Zira 1988 -1989 yılından sonra Xatuni köyü İslami bir yolun yolcusu olmuş ve bölgede etkinliği giderek artan İslami davaya sahip çıkmıştı. Köy bir bütün olarak adeta İslam'a biat etmiş v gayri İslami hiçbir tavra müsaade etmemişti. Elbette ki köylülerin bu tavrı da Müslümanlara tahammül edemeyen kirli odaklar için yeterli bir nedendi. Bundan dolayı 1989 yılından bu yana bu bölgemizde yaşlı çocuk demeden, kadın erkek ayırmadan tüm köy halkına adeta bir zulüm furyası başlattılar. Bu zulmü yaparken de bölgede sadece asker değil, korucuları da zulümlerine destekçi olarak yanlarına almaktan geri durmadılar'' ifadelerini kullandı.
İslami duruşlarını muhafaza ettikleri ve bundan taviz vermedikleri için köylerinde 6 ay arayla 8 Müslüman'ın asker ve korucular tarafından katledildiğini söyleyen Güngör, katledilen bu insanların köyde hayvancılık ile uğraştıklarını ve kendilerine karşı girişilen bu haince planlardan habersiz bir şekilde katledildiklerini söyledi.
Güngör o gün yaşananları şöyle anlattı.
Xatuni köyünde iki olay yaşandı. Birinci olayda babam Sadık Güngör ile beraber aralarında kardeşim Bedirhan Güngör'ün de bulunduğu 4 kişi katliamdan geçirildi. Olay çok vahimdi. Katliam'ın olduğu gün karakolda Yüzbaşı olarak bildiğimiz ve bizleri korumak için karakola gönderildiğini bildiğimiz şahıs korucuları çağırarak, '' ya bu köyden bana birkaç ölü getirirsiniz, yada silahlarınızı alırım'' dediğine bir çok kişi şahitlik ediyordu. Ve bu adam bu sözlerini herkesin önünde de söyleyecek kadar pervasızlaşmıştı. İşte böylesi komutan kisveli bir adamın köy korucularını bu mazlum köylülerin üzerine saldığı bir günde, akşamdan korucular gelerek iki köy arasında ve hayvanların otlatılmaya elverişli olduğu alana pusu kurmuşlardı. Bu insanlar biliyordular ki sabah köylüler gelerek burada hayvanlarını otlatacaklar. Bununla beraber Prinçlik karakolundan askerler bizim yakınımızda bulunan ve ismi Yenice olan köyde gece yarısından sonra pusu kurmuş ve bekliyordu. Sabah, bu alana köyümüzde çobanlık yapan Mustafa Buğdaycı gelmesiyle bu kardeşimizi tarıyorlar. Mustafa ile beraber başka çobanlarda vardı ancak onlar alandan kaçarak kurtulabilmişti. Şu kine bakın ki, ağır bir şekilde yaralanmış olan Mustafa kardeşimizin üzerine gitmiş ve vücuduna bir şarjör boşaltmış onu öyle vahşi bir şekilde katletmişlerdi.
70 yaşında gözleri görmem bir insanın kafasına neredeyse bir şarjör boşaltıyorlar
Olayda katledilen bir diğer şehit olan Ali Yoldaş ise 70 yaşında ve gözleri görmüyordu. Silahların sesiyle beraber korktuğundan olsa gerek, tarlanın çevresinde bulunan taşların arasına sığınmış ve oracıkta beklerken tespit emiş ve onu yakalamışlardı. Böyle bir insanı çok vahşice bir şekilde katletmişlerdi. Düşünsenize; 70 yaşında gözleri görmüyor bu insanın. Ve bu insanın kafasına neredeyse bir şarjör boşaltıyorlar.
O esnada kardeşim Bedirhan Güngör biraz daha yukarıda idi ve o da aynı şekilde pusuların üzerine gidiyordu. Ona da aynı şekilde silah sıkıyorlar. Oda oradaki taşlıkların arkasına doğru koşar iken oraya yetişmeden onu orada şehit ettiler.
O esnada benim babam da oraya yakın bir tarlada çalışıyordu. Silah sesleri ona geldiğinde o da hemen oraya doğru koşmuştu. Tabi meseleyi bize o anlattı. Şöyle diyordu: ''Ben oraya doğru giderken kurşunlar etrafımdan yağmur gibi geliyordu. Oraya yaklaştım ama kimse ayakta kalmamıştı. Cesetler yerde cansız bir şekilde yatıyordu. Bir bakayım, yerde kim var, kim sağ kalmış, kim vefat etmiş diye. Daha yüksek bir yere çıktım. O esnada çaprazdan bir kurşun bana isabet etti. Orada yığılıp kaldım. Kanlar içerisinde kalmıştım. Düştüğüm yerde insanlar yoktu. Orada saatlerce kaldım. Orada bulunan taşların üzerine çıktım ve elimi salladım. Yakınlardan geçen askeri bir araç beni gördü ve yanıma geldi. Onlara yaralıyım, bana yardım edin dedim. Beni kimin vurduğunu sordular, Korucular dedim. Bir de baktım baş ucumda bulunan asker kafama bir dipçik vurdu. Beni yarı ölü halde götürdüler ve saatlerce beni o şekilde hastaneye götürmeden bıraktılar. Aracın içerisinde bulunduğum zaman askerler cebimi boşaltmak istiyorlardı. Ancak ben direniyor buna müsaade etmiyordu. Her seferinde kafama dipçik ile vuruyor ve bir kez daha deniyorlardı. Ben yine müsaade etmiyordu. Bir kez daha kafama vurdular ve ben bayılmışım. Hastanede gözlerimiz açtım. Ancak cebimi boşaltmış ve saatimi almışlardı.''
Babam bu olaydan sonra bir daha ayağa kalkamadı. 16 ay hastanede kaldı ve 7 kez ameliyat ettiler. Şehit olduğunda 72 yaşında idi.
6 ay sonra ikinci katliam geliyordu
Bu dört kişiyi bu şekilde mazlumca katletmekten geri durmayan şer güçleri kirli emellerine henüz ulaşabilmiş değillerdi. Ne kadar kan akarsa zulüm üzerine bina ettikleri saltanatları daha da büyüyecekti. Birinci olayın üzerinden daha 6 ay geçmişti ki birinci katliam sonrası İslami duruşlarını bozmayan ve hiçbir şekilde inançlarından taviz vermeyen bu Müslümanlar ikinci bir zulme daha maruz kalacaklardı.
Civar köylerde adeta nam salmış Xatuni işkencesinin yanında korkutmalar, tehditler ve özellikle gençlere yönelik karakolun akıl almaz dehşet verici saldırıları sınır tanımıyordu. Sakal bıraktıkları için saatlerce dayak atılan gençler askeri gördüğünce saklanacak delik arıyorlardı. Sadece insanlar değil, her köye geldiklerinde ortalıkta dolaşan köpekleri de öldürdükleri yada işkence ettikleri için köyde bulunan köpekler bile asker gördüğünde saklanacak delik arıyordu.
Ramazan ayının 17. günüydü ve gece yağan kar nedeniyle hava biraz soğuktu. Sahur vaktinde ışıklarını söndürülmüş bir şekilde köye baskın yapan askerler birazdan köyde yaşanacak katliamın habercisi idiler.
Daha önce defalarca meşhur Xatuni işkencesinden geçen Newfel Yoldaş bu mübarek ramazan gecesinde bu Allah'tan korkmazlardan işkence görmek istemiyordu. Ahırdan aldığı atına binerek arka taraftan kaçmak istemiş, ancak vahşice katledilmekten kurtulamamıştı.
O gün o olayda katledilen bir diğer şahıs ise Mele Ahmet Kaya idi. Daha 27 yaşlarında idi ancak Kuran'la yoğrulmuş bir hayat yaşıyordu. Kendisi aslen Diyarbakır'ın Bubya köyündendi. Köyümüze imam olarak gelmişti. İslami davayı dert edinen bir insandı. İslam davasının yayılması için elinden geleni, yapıyordu. Ramazan ayını başka bir köyde geçirecekti, sıkıntılardan dolayı gidemeyince tekrar geri geldi. Örnek alınacak numune bir insandı.
Katledilenlerden biride Nihat Yoldaş'tı. Yeni askerden gelmişti. O'da yani oda hakeza yeni İslam davasıyla tanışmıştı, Kuran-ı Kerim okumaya başlamıştı ve çok okuyordu. Sürekli camiye gelirdi, İslami halkalara katılırdı. Saatlerce işkence ederek köyde bir ahırda infaz ettiler. Olayın sabahında askerle çatışmaya giren terörist ölü yakalandı diye tüm dünyaya servis ettiler. Katlettikten sonra kendisine ait olmayan bir silahı ona mal ederek olayı bu şekilde kapattılar. Hatta bu olayda bir kardeşimizi de çatışmaya katılmış bahanesiyle gözaltına aldılar. Günlerce işkence ettiler ve istediklerini kabul ettirdikten sonra ceza evine attılar. Şimdilerde Müebbet hapisten ceza evinde.
Tüm bu şehitler için bölgede kim olursa olsun onları bilenlere onların hakkında bir soru sorduğunuzda alacağınız tek bir cevap vardı.
Onlar, dürüst, ahlakı güzel, İslam davasını kendine dert edinen ve kendilerine yapılan zulmün tek sebebinin Müslüman oldukları dışında başka bir şeyle karşılaşamayacaklardır. ve bu mazlum insanlara yapılan zulmün tek sebebi bu kirli derin güçlerin İslam'a olan düşmanlığıydı.
Xatûnî katliamının geride kalan diğer canlı tanıkları başlarından geçenleri şöyle anlattılar;
Asker ve Korucular bizi bazen Hizbullah mensubu, bazen de PKK mensubu diye tanıtırlardı
M. Ali Selamboğa: Aramızda geçmişten gelen arazi anlaşmazlığı vardı. Zaten sırf arazilerimizi elimizden almak için korucu olmuşlardı. Hatta anlatıldığına göre korucu olmak için bile belli miktarda paralar vermişlerdi bazı rütbelilere. Arazi konusundaki amaçlarına ulaşmak için de bizlere karşı her yola başvuruyorlardı. Bizi bazen Hizbullah mensubu, bazı zamanlarda PKK mensubu diye tanıtırlardı. Bazen kan davası kılıfı altında hareket ediyorlardı. Tabi tüm taşkınlıklarında Pirinçlik Karakolunda görevli Selami, Hacı Ali, Kürşat, İlhami adlı komutanlardan destek alıyorlardı.
Asker, korucu ortaklaşa baskın yapıyor
Bırakın hesap falan sormayı, korucularla beraber askerler de köye yönelik ortaklaşa silahlı baskınlar yaptılar. Normalde köye yönelik baskınları o kadar artırmışlardı ki, neredeyse her gün köye baskın yapıyorlardı. Hatta bazı günlerde iki üç kez köyü bastıkları bile oluyordu. Ancak 1996 yılının Ramazan ayında yine yaptıkları bir baskında köyün ortasında 3 kişiyi seçip kurşuna dizdiler.
Köylüleri Caminin içerisine doldurdular
Aynen öyle. 1996 yılının Ramazan ayındaki baskında yine korucularla askerler beraber gelmişlerdi. Her geldiklerinde onların dayak ve işkencelerine maruz kalmamak için fırsatını bulan kaçıp saklanıyordu. Ancak bahsettiğim baskında bu kez infaz için gelmişlerdi. Toplayabildikleri köylüleri caminin içerisine doldurdular. Ondan sonra evlerin içini aramaya başladılar. Bu sırada onlara yakalanmamak için saklanan Nihat adlı köylümüzü bir kümesten çıkardılar, döve döve sürükleyip biraz uzaklaştırdıktan sonra kurşuna dizdiler. Yine Ahmet Kaya adındaki imamı aynı şekilde köyün ortasında kurşuna dizdiler. Nevfel Selamboğa'yı da köyden çıkmak üzereyken at üstünde silahla tarayıp resmen infaz ettiler.
Öldürme işini bizzat askerler mi yapıyordu, yoksa korucular mı?
M.Nur Selamboğa: Askerlerin gözetiminde korucular bu işi yapıyorlardı. Babamın anlattığına göre rütbeli askerler kümesin yanındayken korucular yanına gelip rütbeliye 'Biz iki kişiyi öldürmek için anlaşmıştık, ancak üç kişiyi öldürdük' demiş, komutan da 'Tamam, üçüncü şahıs için de ayrıca ücret ödersiniz' demişti. Babamı kümesten çıkardıktan sonra korucular babamı da öldürmek için komutandan izin istemişlerdi. Komutan ise, çok kişi tarafından sağ olarak görüldüğü gerekçesiyle korucuların öldürme isteğini geri çevirmişti.
Köylüler kaçacak yer arıyordu
Askerler köye doğru gelince onların hışmına uğramamak için herkes kaçacak delik arıyordu. Kadın ve çocukları caminin içine koymuşlardı. Saçağın altında sıraya koyduklarını öyle bir pozisyonda tutmuşlardı ki eriyen kar suları sıraya dizilen erkeklerin enselerine damlamaktaydı. Hiç kimse de yerinden kımıldayamıyordu. Kımıldayan olsaydı tekme, tokat, dipçik ile en ağır şekilde dövülüyordu.
Ağzımıza poşet tıkayıp her türlü işkenceleri yaparlardı
Asker ve korucular köye her geldiklerinde kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmez kimleri yakalasalardı hemen üzerine çullanır, yere yatırırlardı. Ağızlarına poşet tıkayıp her türlü işkenceleri yaparlardı. Rastgele döverlerdi, tekmelerlerdi. Evlere dadanır, tüm ev eşyalarını darmadağın ederlerdi. Zahireleri yerlere döker ya da kullanılamayacak şekilde birbirine karıştırırlardı. Evleri silahlarla tararlardı, hayvanları öldürüyorlardı ya da beraberinde götürürlerdi. Evlerde değerli eşya olarak ne bulsalardı alırlardı. Özellikle iş mevsiminde traktörlerimizi gasp ederek Pirinçlik karakoluna götürüyorlardı, aylarca karakolda bekletip kendi işlerinde çalıştırıyorlardı.
Mahkeme heyeti baskı altına alındı
Olay, köye gelen askerlere karşı köylülerin silahlı çatışmaya girmesi şeklinde resmi kayıtlara geçirildi. Güya çatışma esnasında babam ve ceza alan diğer köylülerimiz kendi arkadaşlarını vurmuşlardı. Bu şekilde dava açıldı. Mahkeme heyeti de bu düzmecelere inanmamıştı ve bir süre sonra tutuklananlar tahliye edilmişti. Ancak ne olduysa sonradan mahkeme heyeti ilginç bir karara imza atarak düzmece rapor doğrultusunda idam kararı verdi. Öyle anlaşıldı ki mahkeme heyeti baskı altına alındı ve bu ilginç karar ortaya çıktı.
Somut olarak ne tür işkenceler yapıyorlardı?
A.Samet Torlak: Aklınıza gelebilecek her türlü işkenceyi yaparlardı. Mesela bir keresinde beni yatırıp ağzımı poşetle kapattılar. Sonra dört beş tane asker üzerime çıkıp vurmaya başladılar. Daha sonra alıp beni iki metre derinliğindeki tuvalet kuyusuna attılar. Sonra da üzerime bomba attılar. Bombayı havada yakaladım. Tabi bombanın pimini çekmediklerini görünce kendim çekip intihar etmek istedim. Çünkü artık dayanacak gücüm kalmamıştı. O sırada bir asker üzerime atlayıp belime tekme vurdu, o şekilde bombayı geri aldı. Alıp sigarayı vücudumda söndürüyorlardı. Şu anda halen sigara söndürmeden dolayı sırtımda izler var.
Kadınlar düşük yapıyordu
Tabi. Erkeklere yaptıklarının aynısını kadınlara da yapıyorlardı. Mesela bir baskın sırasında bir grup erkekle beraber beş altı tane kadın da götürdüler. Bunları sebepsiz yere tam 16 gün boyunca Pirinçlik karakolunda beklettiler. Dövdükleri bazı kadınlar düşük yaptı. Bazı kadınların da sonradan doğan çocukları sakat olarak dünyaya geldi. Ama en feci baskınları, 1996 yılı Ramazan ayında köylülerimizden üç kişiyi kurşuna dizdikleri baskındı.
Bu baskında çatışma yaşandı mı?
Ne çatışması, ne hali, köylülerden üç kişi ölürken asker ve koruculara nasıl oluyor da hiçbir şey olmuyor, hiç kimsenin burnu bile kanamıyor? Bu mümkün mü? Zaten korucularla askerler daha önce anlaşmışlardı. Askerler de o şekilde rapor tuttular ve suçu da M.Nesih Selamboğa, M.Salih Selamboğa ve İsmail Yoldaş'la beraber diğer bazı köylülerimizin üzerine attılar.
O dönemde bazı basın organlarına yansıdığı kadarıyla olayların asıl sebebinin bazı köylülerin tüm köyde televizyonu yasaklamaya girişmeleri üzerine patlak verdiği söylendi. Buna ne dersiniz?
Bu tür haberler tamamen asılsızdır. Bir kere Köyümüze baskı yapanlar, topraklarımıza göz diken Aşıka Köyü korucuları ve bunlara menfaat karşılığı destek çıkan işgüzar kimi rütbelilerdi. Haydi diyelim ki kendi Köyümüzde televizyonu yasakladık; herhalde başka bir köy olan Aşıka Köyünde de bunu yapacak halimiz yoktu. Korucuların Köyü olan Aşıka Köyü yolun üzerindeydi. Zaten gelen gazeteciler de bizim köye sokulmuyordu. Çıkan haberlerin tümü de korucular tarafından ifade edilen yalan beyanlardı. Bu şekilde yaptıkları vahşetleri örtbas etmeye çalışıyorlardı.
Gözlerimin önünde kafalarına sıktılar
Köy muhtarı Sait Yoldaş: Asker ve korucuların köye geldiğini öğrenince herkes saklanmak için sağa sola koşuştu. Çünkü kimi yakalasalardı hemen orada ağır işkenceler yaparlardı. Abilerim Nihat ve Ali'nin bir kümese girdiğini görünce ben de o kümese girdim. Daha sonra kümeste olduğumuzu fark ettiler ve bizi çıkardılar. O zaman herhalde yaşımın küçük olması nedeniyle beni ayırdılar, ancak ağabeylerim Ali ve Nihat ile köy imamı Molla Ahmet'in ellerini bağlayıp diz çöktürdüler. Daha sonra gözlerimin önünde av tüfekleriyle kafalarına sıktılar. Ağabeylerimden İsmail Yoldaş yaralı olarak kurtulurken köy imamı ile ağabeyim Nihat orada can verdiler. Bu olayı da çatışmaya giren şahısların ölü ele geçirilmesi olarak resmi kayıtlara geçirdiler. Üstelik yaralı olarak kurtulan ağabeyim İsmail Yoldaş askerlerle çatışmaya girdiği suçlamasıyla tutuklayıp içeri attılar. Yargılama sonucunda da diğer iki köylümüzle beraber idam cezasına çarptırdılar.
Son olarak ne demek istersiniz?
Hem öldürüldük, hem de idam cezalarına çarptırıldık. Tüm yetkililere çağrımız, bu konunun yeniden gündeme gelmesi ve köyümüzde cereyan eden hadiselerle ilgili dosyaların yeniden açılmasıdır. Eğer bu yönde bir adım atılırsa köyümüz ve civar bölgeler üzerinde döndürülen dolaplar açığa çıkacaktır. Haksız yere idam cezalarına çarptırılan köylülerimizin dosyaları yeniden açılmalı ve yeniden yargılamanın yolu açılmalıdır. (Fikret Özkan / M.Sait Adiyaman- İLKHA)